Kızım koluma sımsıkı sarılmış gitme babacığım diye ağlıyor. Oğlum, eşim ve yanlarında ki yoğun kalabalık da öyle hepsi ağlamaklı. Hay Allah tamam çocuklar işimi halledip gerisin geri hemen döneceğim diyorum ama beni duymuyorlar gibi ağlamaya devam ediyorlar.
Bu çocuklar da bu gün bir garip doğrusu.
Tam o sırada yan taraftan bir ses 'hoş geldin' diye sesleniyor. Sesin geldiği yöne doğru bakıyorum genç bir kız tekrar 'hoş geldin' diyor. Hoş bulduk diye karşılık veriyorum.
Ama tuhaf bu kadar kalabalık olmamıza rağmen neden sadece bana 'hoş geldin' diyor. Sonra bir 'hoş geldin' daha, bu da genç bir delikanlı adının Ahmet olduğunu yaşının da yirmi üç olduğunun söylüyor.
Çocuklarım ve ailemle yürümeye devam ederken daha pek çok kişi ve son olarak da yaşlı bir amca gülerek yeni evine 'hoş geldin' evlat dedi. Yeni evim mi dedim, evet yeni evin dedi. Ama ben evimi değiştirmedim ki, eşime dönerek bunlar ne diyor ne evi diye soruyorum fakat çocuklarım gibi oda beni duymuyor ve ağlıyordu.
Allah, Allah... neler oluyor? İnsanlar da bu gün pek tuhaf.
Sonra birden bana ilk hoş geldin diyen genç kızdan son yaşlı amcaya kadar olanların lisanlarının, bizim konuştuğumuz lisana hiç benzemediğini fark ettim.
Konuştukları lisan da ne ses var ne hece, ne bir harf var ne de kelime. Bu dünya lisanı gibi bir şey değil. Peki ben bu lisanı bu harfsiz ve kelimesiz konuşmaları nasıl oluyor da anlıyor ve cevap veriyorum?
Yunus'un dediği gibi;
"Dilsizler haberin, kulaksız dinleyesi
Dilsiz kulaksız sözü, can gerek anlayası
Dinlemeden anladık, anlamadan eyledik
Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi"...
…aynen işte böyle,,, Allah, Allah.
Daha sonra, bu insanların lisanları gibi evlerinin de bu dünya evlerine benzemediğini fark ettim. Bizim oturduğumuz ev ne kadar geniş ve ferah. Oysa ki burada ki evlerin tamamı tek katlı ve tek odalı üstelik son derece dar ve kesif.
Benim bu evler de oturmama imkan yok sıkıntıdan ölürüm!..
O sırada biraz ileride bir takım insanlar hummalı bir şekilde çalışıyor ve toprağı derinlemesine kazıyorlardı. Bir hoca davudi bir sesle, Kur'an dan "Yasin Suresi"ni oluyordu".
Hay Allah dedim kendi kendime, biri Rahmet-i Rahmana kavuşmuş olsa gerek!.. "inna lillahi ve inna ileyhi raciun"
Sonra, hoca "Yasin-i Şerifi" ve arkasından yapmış olduğu duaları bitirdi. Baktım ki, elim kızımın elinde değil. Oğlum, eşim ve buraya kadar birlikte geldiğimiz kalabalık da yok yanımda hepsi arkalarını dönmüş gidiyorlar. Onlara hey nereye gidiyorsunuz, beni de bekleyin diye sesleniyorum ama nafile beni duymuyorlar.
Dedim ya, bu gün de insanlar pek tuhaf!..
Neyse bende şimdi arkalarından onlara yetişirim diye düşünürken, birden bire şeklini ve şemailini tanımlayamadığım silüet gibi iki varlık süzülerek ve selam vererek yanıma yaklaştı, ben de selama mukabele ettim.
Onlara siz kimsizin, burası neresi diye sorduğumda... Bana; biz "kabrin sorgu melekleri Münkir ve Nekir'iz", burası da "Suskun İnsanlar Ülkesi yani “Alem -i Berzah" dediler.
Nasıl… ! Yani; ben... ben... ben öldüm mü?... "evet" ???
Geçtiğimiz günler de çok değerli, kıymetli bir kardeşimizi Rahmet –i Rahmana yolcu ettik.
Değerli kardeşimizi, kent mezarlığında her şeye güç yetiren ve her şeye sözü geçen, alemlerin tamamı üzerinde nigahban, Rahman ve Rahim olan Mülkün Sahibine emanet ederek gözyaşları içerisinde nebevi bir sünneti ifa etmiş olduk.
Bendeniz fakir… yukarıdaki satırlarda yazmış olduklarımı her kabristan ziyaretimde kendi “Enfüsi Alem” im de (insanın iç dünyası ve ruh âlemi) mükerreren yaşarım.
Orada meftun olan gelecekteki "müstakbel komşularım" Ayşelerle, Fatmalarla, Ahmetlerle, Mehmetlerle, Amcalarla, Teyzelerle, Sabi Sübyan Meleklerle, Piri Fani Dede ve Ak Saçlı Ninelerle hece taşlarının başında harfsiz, hecesiz, kelimesiz olarak hal lisanı ile konuşuruz.
Bu yüzden, sessiz insanlar ülkesi kabristanları çok severim. En çok da istikametini kaybederek kendine yazık eden insana; Rahman, Rahim, Müheymin, Müteal ve Mübdi olan Allah- u Tealayı (cc) ve dünya hayatının boş ve bir hayal aleminden ibaret olduğunu en keskin, en çarpıcı, en ders alıcı bir şekilde hatırlattığı için çok severim.
"Biliniz ki, dünya hayatı, ancak bir oyun, eğlence, bir süs, bir ihtişam ve aranızda övünme vesilesi ve çok mal ve evlât sahibi olma yarışından, isteğinden ibarettir. Tıpkı, bitirdiği ekinleri çiftçinin hoşuna giden, toprağı suya doyuran yağmura benzer. Sonra o ekinler coşar, gürleşir. Daha sonra onların sapsarı olduğunu görürsün. Sonra onlar tarlada çerçöp haline gelir. Âhiret de, ebedî yurtta da dehşetli bir azap vardır. Allah tarafından bağışlanma, O'nun rızası ve rızasına ulaşma mertebesi de vardır. Dünya hayatı sadece aldatıcı bir zevkten ibarettir." (Hadid Suresi Ayet 20)
Hani üstad Necip Fazıl diyor ya…
"Veren de “O”, alan da “O”
Nedir senden gidecek?
Telaşını gören de,
“CAN” senin zannedecek." …….işte aynen öyle………
Ey Suskun İnsanların Zümrüt Yeşili Ülkesi... Büyük Buluşma Günü, Büyük Randevu Saati yaklaştı... "BEKLEYİN GELECEĞİZ VUSLAT YAKINDIR."
NECM SURESİ AYET …42… “Ve enne ilâ rabbikel muntehâ” ……… “Ve münteha (sonunda dönüş), mutlaka Rabbinedir.”