Her ay onlarca kadın cinayete kurban gidiyor. Kınama ve takbih etmekten başka bir şey yapılmıyor.

Oysa yapılması gereken, bu cinayetlerin hangi saiklerle işlendiğini tespit edip tedbir almaktır. Sebepler yok edilmeden bu cinayetleri önlemek mümkün değildir çünkü.
Yargıtay geçen günlerde boşanma davalarındaki ziynet eşyaları ile ilgili bir içtihat ihdas etti. Şimdiye kadar kim takarsa taksın takılar kadınındı. Şimdiden sonra takılar kime takılırsa boşanma davalarında ona ait kabul edilecek. Ama burada önemli bir ayrıntı var, diyelim erkeğe bilezik taktınız, erkeğin bilezik takması gelenek olmadığından o da kadının sayılacak.
Bu içtihat, Yargıtay’ın toplumdan ne kadar kopuk olduğunu gösteriyor.

Zira düğünlerde artık takılar nadiren geline veya damada takılıyor.

Ya gelinle damat masaları dolaşırken takılar yanlarında gelen bir yakınlarının taşıdığı çantaya atılıyor veya bir zarfa hediye edenin ismi yazılarak daha çok gelinle damadın oturduğu yere konulan sandıklara atılıyor. Kimse hediyesini bu geline bu damada diye sandığa bırakmıyor.

Aslında gelen hediyeler gelinle damattan çok düğün sahibinin yükünü hafifletme maksadına matuf. Bu durumda hangi takının kime ait olduğu nasıl tespit edilecek?

Bu karar, mahkemelerin yükünü artırmaktan, yeni çekişme ve tartışma alanları oluşturmaktan başka işe yaramayacak.
Ziynetlerle ilgili uygulamanın işlenen cinayetlerle de yakın ilgisi var, öldürülen kadınların çoğu boşanan veya boşanma aşamasında olan kadınlar.

Bu davalarda ziynet kadına veriliyor, eğer harcanmışsa erkek tamamını ödemek zorunda bırakılıyordu. Diyelim ki, düğünde 200 gram altın takılmış bugünkü hesapla 550 bin TL eder. Erkek bunu ödeyecek. Davada haksız görülmüşse kusur oranına ve ekonomik durumuna göre bir de maddi manevi tazminat ödeyecek.

Hadi mütevazi bir rakam söyleyelim diyelim 100 bin TL de maddi manevi tazminata hükmedildi, Etti mi 650 bin tl. Bu kadarla da bitmiyor buna kadının, çocukların nafakası ve vekalet ücretleri de eklenince kusurlu bir erkeğe boşanma davasının maliyeti 800/900 bin tl ye mal oluyor.

Ekonomik krizin olduğu ve Maaşların geçinmeye yetmediğine göre, böyle bir külfetin altından kalkmanın zorluğu da anlaşılır. Kaç kişi böyle bir yükün altından kalkabilir?

Bu kadar borcun altına girince sorunlar da başlıyor, erkek ya eşinin dönmesini istiyor yahut bunalıma giriyor. Bazı hallerde çocuklar babaya gösterilmeyince ip iyice kopuyor, ortaya hepimizin içini kanatan tablolar çıkıyor.
Bu sebeple Yargıtay’ın kararı yanlıştır, tıpkı önceki tüm ziynet kadına aittir uygulamasının yanlış olduğu gibi. Bu konuda bir tarafı mağdur edip çaresiz hale getirmekten veya kışkırtmaktan kurtarmanın yolu boşanmalarda ziynetleri ikiye bölerek hüküm kurmaktır.

Ziynetler iki tarafın yakınları tarafından takıldığına göre paylaşımın da buna göre olması gerekir. Tıpkı evlilik birliği içinde kazanılan malların ikiye bölünmesi gibi. Bu hem tartışmaları bitirecek,  hem de kadın cinayetlerindeki bir - sebebi- ortadan kaldıracaktır. Elimde bir istatistik yok ama boşanmış birçok erkeğin bundan nasıl yakındıklarını biliyorum.

Ancak davalardaki tek yanlışlık bu değil, toplumsal gerçeklikle uyuşmayan birçok karar ve uygulama var. Bakanlık son kararlarının birinde izale-i şuyu( ortaklığın satış yoluyla giderilmesi) davalarında arabulucuya gitme şartı getirdi.

Yani dava açmadan arabulucuya gitmek zorundasınız. Bu o kadar yanlış bir karar ki uzun uzun izaha gerek yok. Bu tip davaların çoğu kök murisin ölmesi ve aradan yıllar yıllar geçtikten sonra açılıyor. Mirasçı sayısı çoğu zaman 100/200 kişiyi bulabiliyor. Arabulucuya gitmek için bunların hepsinin kimlik ve telefon numaralarını bulunması gerekiyor. Mahkemeler bile bunları bulamazken avukat nasıl bulacak?

İzale-i şuyu davalarının arabuluculuk kapsamına alınması erken çözüm değil, dava sürecini daha da uzatmaktır. Bu karar ve uygulamaların değiştirilmesi lazım.

Teklifimiz: ziynetin edinilmiş mal rejimi kapsamına alınarak yarı yarıya bölüşümü, izale-i şuyu davalarında ise arabulucuya gitme şartının kaldırılmasıdır.