Hani derler ya, günlerin birinde köylü Ahmet heyecanla evine doğru koşuyormuş. Kocasının bu halini gören Ayşe teyze neler olduğunu bile soramadan adam telaş içinde “hanım ağamız benimle konuştu, benimle kelam etti, ağamız bana saygı gösterdi” gibi sözler ile sevinç naraları atmağa başlamış. Bir az sonra kocası sakinleşince, hanımı “be adam ağamız ne dedi sana?” diye sormuş. Köylü Ahmet ise ağam “çekil yolumdan hayvan herif. Ağanın geldiğini görmüyor musun?” dedi bana, diyerek yanıtlamış karısının sorusunu...

Şimdi bu olayı niçin anımsadığımı ve onun nasıl anlaşılması gerektiğini makalenin doğal akışına bırakalım. Ama hemen şunu söyleyeyim ki, hayatta sevmediğim insan tiplerinden biri de sürekli felaket tellallığı yapan, her şeyi kötü gören, bardağa sürekli bos tarafından bakan insanlardır. Bu yüzden o tip insanlardan uzak durmağa çalışıyorum. Çünkü bu tipler etraflarına sürekli negatif enerji ve düşünceler yaymakla sınırlı kalmıyor hem de zamanı geldiğinde karanlık güçlerin yönlendirmeleri ile toplumda fitne, kargaşa ve gerilimin vasıtasına dönüşüyorlar. Hem de çok yönlü sorunların oluşmasına vesile olarak.

ben bu açıklamaları şimdi söyleyeceğim fikirlerin doğru anlaşılması için yapıyorum. Zira Karabağ savaşı süresince Türkiye’mizin sergilemiş olduğu kardeşlik numunesini görmezden gelmek hiç de doğru bir tutum olmazdı. Hatta vefasızlık bile olurdu. Yani sürekli olarak bardağın bos tarafından bakmak iyi bir davranış değildir. Ama iktidarların ve siyasilerin önemli icraatları onların hataları karşısında bizim suskun kalmamızı gerektirmez. Yanışları görmezden gelmemizi meşru kılmaz. Bilakis, bizim bu hatalara itiraz etmemizi gerektiriyor. İlgilileri uyarmamızı önemli kıllıyor. Haksızlıklara karşı koymamızı zaruri hale getiriyor.

Neden mi? Niçin mi? Hani sebeplerden dolayı mı? Çünkü kardeşliğin ve tek millet olmanın en üst örneğini yaşadığımız Karabağ savaşından sonra maalesef, iki kardeş ülkenin ilişkileri sanki birileri tarafından tekelleştirilmektedir. Çünkü, ülkelerimiz arasında bilgi paylaşımının geliştirilmesi gerekirken, olayın tersi yönde gittiğine şahit oluyoruz ne acı ki. Toplumsal kaynaşmanın genişletilmesi icap ederken, bu alanın daha da daraltıldığını görüyoruz nedense. Hem de iktidar ve siyasiler düzeyinde.

Türkiye kamuoyuna Azerbaycan ve Türk dünyası ile ilgili malumatların SOCAR’ın direkt veya endirekt maliyeleştirdiği TV’ler, yayım ve basım kuruluşları üzerinden ulaştırılması ve bu sektörün o kurumlar tarafından neredeyse özelleştirilmesi dediklerimizin ispatıdır. Bu yüzden Azerbaycan’da olan olaylar Türk kamuoyuna hep çarptırılarak sunuluyor. Gerçekler saptırılıyor. İktidarın baskıları, yolsuzlukları ve cinayetleri örtbas ediliyor.

Meselenin can yakıcı taraflarından biri ise, dün siyasi görüşleri yüzünden Türkiye’de baskılara maruz kalanların bugün oturdukları iktidar koltuklarından Azerbaycan’da ve Türk dünyasında yaşanan diktatörlükleri görmezden gelmeleri veya görmek istememeleridir. Bu anlamda Azerbaycan iktidarının son zamanlar muhaliflerine yönelik uyguladığı siyasi teröre Amerika, Fransa, İngiltere gibi ülkeler ses çıkarırken konu ile ilgili baş devletimiz olan Türkiye’mizin suskunluğunu anlamak hiç de kolay değildir. Ayrıca, Türkiye yetkililerinin Azerbaycan’ının muhalif parti ve kurumlardan adeta bilinçli olarak uzak durmaları ise meselenin acı olan bir diğer yönüdür. Oysaki, bu siyasi gidişatın 2 ülke arasındaki bağları zayıflata bileceği ihtimali göz ardı edilmemelidir. Kardeşliğimizi zedeleye bileceği unutulmamalıdır.

Bu yüzden, şimdi şu soruların sorulması gerekiyor. Acaba Türküye ve Azerbaycan ilişkileri toplumsallığını kaybederek sosyetik ilişkiler alanına mı kayıyor? Bu ilişkiler iktidar mensuplarının taktirlerine mi bırakılıyor? Toplumları birbirlerine daha da yaklaştıran sosyal medya ve internet TV’ler üzerinde her 2 kardeş ülkede oluşturulmak istenen tahakküm da neyin nesi? Bu olanlar karşısında aydınlar, sanatçılar, kalem ve düşünce adamları neden suskun? Artık 2 ülke arasında sivil ve bağımsız medya platformlarının kurulması gerekmiyor mu acaba?

Yoksa bu 2 kardeş ülkenin yöneticileri Karabağ savaşı süresince gerçekleştirdikleri olumlu tutumlarından dolayı “dokunulmazlık veya eleştirilmezlik” statüsü mu kazanmışlar? Yahut mezkûr iktidarlar insanların iradesini ipotek altına aldıklarını mı düşünüyorlar? Veya devletin imkânlarını kullanarak manipüle ettikleri kitleler üzerinde tahakküm hukuku kazandıklarını mı zannediyorlar? Yoksa yukarıda anlatılan olay misali, halkı köylü Ahmet, kendilerini de ağa olarak görmeğe başlamışlar da biz mi habersiz kalmışız olup bitenlerden?

NOT: Değerli izleyicilerim Ekber Mecidov Youtube kanalıma abone olursanız sesli makalelerim, şiirlerim ve müzik aktivitelerim ile anında tanış ola bilirsiniz. Şimdiden hepinize saygı ve sevgilerimi arz ediyorum.