Böyle bir hukuk kaldı mı bilmem, ama yine de yazmakta, olmayanı oldurmaya çalışmakta fayda var. Ülküdaşlık hukukundan bahsedilince herkes 12 Eylül öncesine dönüyor. O günün dostluğundan, kardeşliğinden örnek veriyor. Hapishanelerdeki fedakarlıklar anlatılıyor. İşkence hanelerde başkasını yakmamak için kendini yakan arkadaşlarımızın hikayesi anlatılıyor.

Peki niçin o hukuk anlatılırken bugünden hiç örnekler verilmiyor?

Bu bile nereden nereye geldiğimizin bir göstergesi değil mi?

Ne yazık ki, birbirimize sevgiyi, saygıyı yitirdik. İçimizde yine ülkü burcunda bulunan, terbiyesini, dostluğunu muhafaza eden isimler var. Ama o kadar azaldılar ki parmakla sayılacak kadar kaldılar.

Bir hareketin başarısı mensuplarını ne kadar bütünleştirdiğine bağlıdır. Ne kadar bütünleşir, yekvücut olursanız o kadar başarılı olursunuz. Birbirini yiyerek hedefine varmış tek bir hareket var mıdır?

Bütünleşmek içinde davayı doğru anlamak gerekir. Milliyetçiliğe, inanç ve Ülkü imanına bağlanırsanız aynı şemsiyenin altında olursunuz. Kişilere bağlanırsanız kişi sayısı kadar bölünür, sonra da didişir durursunuz.

Allah aşkına bir Zafer Partili ile bir MHP'li veya bir İYİ Partili arasında vatanseverlik noktasında ne fark var?

Orada olanların da burada olanların da gönlü aynı dava için atıyor. Ama partiler, liderler farklılaşınca kalpler de farklılaşıyor. Kardeş olması gerekenler hasım oluyor.

Bu sadece bizim zaaflarımızdan kaynaklanmıyor. Dışımızdan yönlendirilen planlı etkiler de var. Ülkücülerin Türkçülerin kalpleri birbirinden ne kadar uzaklaşırsa o kadar etkisiz olurlar diye düşünüyorlar. Bu seviye kaybında içimize geçmişte hasbelkader girmiş, maceracı, kendinci, egoist tiplerin de büyük etkisi var. İnsanlar bir yerden bir yere gidince sadece dönüşmüyorlar, gittikleri yeri de dönüştürüyorlar. Alışkanlıklarını, zaaflarını gittikleri yere taşıyorlar. Bir zaman çok konuşulan tahsilatçılık rezaleti, aramızdan çıkan ama aslında aramıza yukarıda ifade ettiğim macera arayışı ile katılan tiplerin bize yüklediği bir kamburdu.

Önümüzde bir seçim var. Dilerim birçok arkadaşımız meclise girer. Bu ülkenin sigortası, birliğimizin bekçisi olurlar. Rahmetli Türkeş'in bir sözü var, diyor ki, “Bir kişinin nerede olduğu değil, nasıl durduğu önemlidir”. Yani duruş adresten  önemlidir. Bizimle aynı çatı altında olup duruşu ile bizden olmayan nice insana tanık olmadık mı? Ama aynı partide olmayıp milliyetçi duruşunu muhafaza eden çok arkadaşımız da oldu.

Sözün özü, partiler gelip geçicidir. Çok büyük badirelerden geçtik. Nice fırtınalar atlattık. Tufanlardan sağ çıktık. Acı ve çile bizi bozmadı. Ülkücü duruşumuzu muhafaza ettik. Şimdi siyasi rekabet, parti içi yarış veya adaylık mücadelesi bizi bozmamalıdır. Ülküdaşlık hukuku her makamdan çok daha önemlidir. Birbirimizi aşağılayarak değil onore ederek mücadele etmeliyiz. Başkasını küçük düşürmek, karalamak kimseye itibar kazandırmaz. İterek- kakarak, ayrıştırarak ne millete ne de bir ömür peşinde koştuğumuz Türk milletini çağdaş medeniyetin önüne geçirme davamıza fayda getirir. Gelin yine ben demek yerine biz diyelim, göreceksiniz o zaman bu ülkenin direksiyonunda ülkücüler olacaktır. Birbirimizi bir yerlere davet ederken taraftar aramak yerine dava arkadaşlığı hukuku üzerinden kucaklaşalım. Milletini ve değerlerini sevmeyenden ne ülkücü ne milliyetçi olur. Dara düşen dava arkadaşına el vermek yerine "bir tekmede ben vurayım" fırsatıyla yanıp tutuşan zihniyet işgal etmiş her yanımızı. Şimdiden makam veya Milletvekili listelerinde sosyal medyada itibar suikastıyla rakibini alaşağı etmek, tehdit ve şantajla sindirmek moda olmuş

Heyhat!

Nereye baksan yürek sızısı gönül sancısı.

İzninizle yazıma Pir Sultan’ın o güzel dizeleriyle son vermek istiyorum:

“Pir Sultan'ım yaratıldım kul diye

Zalim paşa elinden mi öl diye

Dostum beni ısmarlamış gel diye

Gideceğim amma yol bozuk bozuk”