NOT: Kıymetli okuyucularım, okuyacağınız makale, yaklaşık iki ay önce kaleme aldığım https://www.habererk.com/yurtta-baris-dunyada-baristan-ittihatci-dis-politikaya-mi-1-bolum makalesinin devamı niteliğinde. Yoğun gündem nedeniyle ikinci bölümü gecikerek yayınlıyorum. Okumayan okurlarım önce ilk bölüme göz atarlarsa fikrimin daha anlaşılır olacağını düşünüyorum.

Türkiye’nin Batı blokuna yönelmesi demokratikleşmesini gerektiriyordu. Bu nedenle yeni partilerin kurulmasına izin verildi. İnönü, Demokrat Partinin kurulmasına onay vermeden önce görüştüğü Bayar’dan laiklik ve dış politikada CHP ile aynı çizgide olunacağı ve Güneydoğuda parti teşkilatları açılmayacağının taahhüdünü aldı. Düşünün ki 25 yıldır iktidarda olan CHP’nin Kürtlerin yoğun olduğu şehirlerde teşkilatı yoktu.

Oysa demokrasi, bırakın DP’nin CHP çizgisinde olmasını, CHP’nin bizatihi kendisini değiştirdi. İnönü, DP’ye olan yönelimi kesebilmek için muhafazakar bir din alimini, Şemsettin Günaltay’ı başbakan yaptı. İmam hatip kursları açıldı. İlahiyat Fakültesi kuruldu. İlk ve orta okulların müfredatına seçmeli din dersleri eklendi. Mebus seçildikleri illere ya hiç gitmemiş ya da birkaç kez gitmiş olan CHP’liler köy köy, kasaba kasaba gezmek zorunda kaldılar. Daha önce seçilmeleri zaten kesin olan milletvekili adayları, aday gösterildikleri şehirdeki il başkanlığıyla halkevini ziyaret ederler ve buralara girebilen seçkin vatandaşlarla hemhal olurlardı.

DP’nin kurulması ve iktidara gelmesi, özellikle İnönü devrinde devletten kopmuş hatta devletiyle yabancılaşmış geniş kitlelerin devleti önce benimsemesini sonra içselleştirmesini sağladı. Millet; devlet ile hükümetin farklı şeyler olduğunu fark etti. İnönü CHP’sini ağalar, tüccarlar, eşraf ve memurlar yani milletin %15-20’si destekliyordu. Milletin geri kalanı için devlet, jandarma dayağıydı, çatık kaştı, asık surattı. Malına, mülküne, öküzüne ve ekinine el koyan vergi memuruydu. Angaryaydı. İtilip kakılmaydı.

DP’nin iktidara gelmesi herkesi devletin sahibi yaptı. Cumhuriyete isyan edenlerin torunları vekil ve bakan olarak cumhuriyete hizmet ettiler. Milletin söz sahibi olması devletin daha milli, milliyetçi ve iddialı dış politika takip etmesine yol açtı. Mesela İnönü CHP’sinin ve DP’nin ilk dışişleri bakanı olan Köprülü’nün Kıbrıs diye bir meselesi yoktu. Onlar için Kıbrıs, Rodos’tan farksızdı. Oysa Menderes ve Osmanlıya defalarca isyan eden bir ailenin çocuğu olan Zorlu için Kıbrıs, vatandı. Demokratlar; Londra ve Zürih anlaşmalarıyla Türkiye’yi Kıbrıs’ta söz sahibi yapmakla yetinmediler; ‘’ya taksim ya ölüm’’ mitingleriyle Kıbrıs’ı millete mal ettiler. Mümtazer Bey o tarihlerde bir değerlendirme yapsaydı İnönü için Kemalist, demokratlar için İttihatçı dış politika takip ediyorlar derdi. Oysa Kıbrıs’ta koyulan tavrın Gazinin Hatay’a yaklaşımından gram farkı yoktu.

Askeri idarelerin ve İkinci Dünya Savaşından sonra İnönü’nün takip ettikleri dış politika, iddiasız ve teslimiyetçidir. Bu politikalara, ‘’Yurtta sulh cihanda sulh’’ sözü nedeniyle Kemalist ya da Atatürkçü demek Atatürk’ü tanımamaktır. Milletin reyiyle iktidara gelenlerse bağımsız dış politika takip etmeye gayret ettiler.  Bu tespit esas alındığında Atatürk’ün gerçek varisi İnönü CHP’si değildir, milletin oyuyla iktidar olanlardır.

Darbeler, özellikle 27 Mayıs darbesi milletin devletten soğumasına yol açtı. Millet soğuk bir duş aldı. Devletin sahibi olmadıklarını, daha doğrusu seçimlerle ele geçirdikleri devletin zorla gasp edildiğini iliklerine kadar hissettiler. Fakat geniş kesimler meşruiyetten asla ayrılmadılar. Devleti yine seçimlerle ele geçirdiler, yine darbe oldu yine seçimler. Ama demokrasiyle devleti sahiplenen kitleler, hissiyatlarını değiştirmediler.

Menderes’in ağır sanayi tesislerini SSCB teknolojisiyle ve finansmanıyla yapmaya çalışması, Demirel’in bunu başarması, Demirel’in yabancı askeri üsleri önce sınırlayıp sonra kapatması, ABD’nin afyon ekiminin yasaklanmasıyla ilgili baskılarına direnilmesi, Kıbrıs çıkarması, Irak ve Suriye’ye düzenlenen askeri operasyonlar ve Libya hamlesi hep aynı çizginin devamıdır, Etyen ve Mümtazer Beylerin ittihatçı dedikleri şahsiyetli dış politikanın devamı.

İnönü’nün Hatay’ın alınmasına karşı çıkması ve ABD’nin Türkiye’ye haber bile vermeden Jüpiter füzelerini sökmesini seyretmesi, 27 Mayısçı subayların 5000 civarında milliyetçi subayı ödenecek tazminatları ABD’den alarak emekli etmeleri, 12 Martçıların ilk iş olarak afyon ekimini yasaklaması, 12 Eylülcülerin Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesine hiçbir taviz almadan izin vermeleri ve ülkücüleri idam etmeleri, üstatların Atatürkçü olarak yaftaladıkları gerçekte İnönü çizgisindeki politikalardır.

Merkez sağ kitleler DP ve AP’nin ilk dönemlerinde iktidarda bile olsalar devlete mesafeliydiler. 1968 yılından sonra aşırı solun harekete geçmesi ve eylemlere başlaması, merkez sağ kitleleri sivil çizgiden devletçi çizgiye kaydırdı. İslamcı kitleler; DP ve AP’de temsil edilerek ve Erbakan gibi meşruiyetçi bir ismin liderliğinde partileşmelerinin ve siyaset yapmalarının önü açılarak devlete yakınlaştırıldılar. Bu politika sayesinde diğer İslam ülkelerinin aksine Türkiye’de güçlü silahlı muhalif İslamcı hareketler ortaya çıkmadı.

Dindar kitleler düzen-devlet ayrımı yapsalar da Ak Parti iktidarına kadar devletle tam manasıyla bütünleşmediler. Ak Parti döneminde bu kitlelere uygulanan ayrımcı politikalar birer birer terk edildi. Bunun sonucunda Darül İslam-Darül Harp muhabbetleri son buldu. Dindar kitleler için devlet, Osmanlı kadar İslam devleti, ordu peygamber ocağı oldu.

2025 yılının şubat ayı itibariyle Dem tabanı, FETÖ’cü ve aşırı solcu çok küçük iki azınlık dışında vatandaşlar Türkiye devletini içselleştirmiş durumda. ‘’Terörsüz Türkiye’’ girişimi başarılı olursa DEM tabanının da bütünleşme sürecine şahitlik edeceğiz.

Türkiye’de birbirine muhalif iki dış politika anlayışının çarpıştığı muhakkak. Ama bunlar Atatürkçü ve İttihatçı dış politika anlayışları değil. Bunlar İnönü ve darbeciler tarafından takip edilen teslimiyetçi ve silik dış politikayla Atatürk’ün imzasını taşıyan ve Ecevit dahil milletin oyuyla gelenlerin takip ettikleri bağımsızlıkçı dış politikadır. Davutoğlu döneminde Osmanlının vurgulandığı ve siyasi İslamcı renkler taşıyan dış politikanın benimsendiği bir hakikat. Fakat bugün, daha doğrusu 2016 senesinden beri takip edilen politikayı Osmanlıcı ya da İslamcı olarak tarif etmek haksızlık olur. Takip edilen dış politika milliyetçi dış politikadır. Hedef Türkiye’yi güçlendirerek merkez ülke yapmaktır.

NOT: İnönü’nün İkinci Dünya Savaşında takip ettiği dış politikayı doğru buluyorum. Aynı dönemde takip edilen ekonomi politikalarıysa berbattır. İnönü, Stalin’in toprak talebinden sonra teslimiyetçi dış politika takip etti. Daha önce temkinliydi.