Ülkücü hareket, Türkiye’de sadece siyasi bir akım değil, aynı zamanda geniş bir kültürel ve sosyal etki oluşturan sosyolojik bir gerçekliktir. Bünyesinde yediden yetmiş yediye kadar kadın erkek, genç bir nüfus barındıran Ülkücü hareket milli ve manevi değerlerin muhafızı olarak tarihteki yerini almıştır.
Bugün hala Türk siyasetinde önemli bir güç olan ülkücü hareketin tarihi, geçmişten günümüze önemli dönemlerden geçmiştir.
Ülkücü hareket, Türk gençliğini milli ve manevi değerlere bağlı, disiplinli ve vatansever fertler olarak yetiştirmeyi hedefler. Bu düşünce yapısı vatanını, milletini sevme, onu başka milletlerin yanında muasır medeniyetler seviyesine yükseltme sevdası olan Türk milliyetçiliği ile bir hayat nizamı olan İslam’ın uyum içinde hareket edeceğine inanır. Bunun için davasının adını “Türk-İslam ülküsü” olarak adlandırmıştır. Bunu Türkün İslam ülküsü olarak da okumak mümkündür ve bu düşünce ülkücü düşüncenin, temelini oluşturur.
Akıllara “Neden, şu veya bu ad altında toplanmayı değil de Türk-İslâm Ülküsüne bağlanmayı savunuyoruz?” sorusu gelebilir. Buna verilecek en güzel cevabımız şudur:
Küresel Emperyalizm, Türk ve İslâm dünyasını bitirmek ve yok etmek için asırlardır korkunç ve şeytani bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile vatan çocuklarını milli ve manevi değerlerine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek yerli kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadır.
Küresel emperyalist güçler, tarih boyunca fırsat buldukları her dönemde zorla veya hile ile Türk ve İslâm dünyasını ele geçirmeye çalışmış, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini yağmalamış, din ve milliyet duygularını tahrip etmişlerdir. Onların bu şeytani planlarına karşı direnenleri ise iftira, işkence gibi yöntemlerle yok etme yoluna gitmişlerdir. Bu hususta kendilerine uşaklık edecek yerli kadrolar yetiştirmeyi başarmış ve bununla milletimizin uyanışının, dirilişinin önüne set çekmek istemiştir.
Böyle bir ortamda milli ve manevi değerleri baş tacı edenlerin seçecekleri tek yol, bu şeytani yapılanmalara, emperyalist güçlerin sinsi emellerine dur demektir. Buna dur diyecek düşünce yapısı da ancak “Türk İslam Ülküsü” düşüncesi çevresinde oluşur.
Küresel çetelerin şeytani yapılarına dur demek için Türk-İslâm kültürüne, medeniyetine, ülküsüne bağlı bir gençlik yetiştirmek elzemdir ve Ülkücü gençlik böyle bir ihtiyaçtan doğmuş aksiyoner bir hareket olarak tarihte yerini almıştır.
Türk milletinin tefekkürüne, en az bin yıldan beri, İslâm dini biçim vermektedir. Türk-İslâm ülkücülerinin fikir sistemini yoğuran kadrolar bu ruh ve şuurla gençliğimize milli ve manevi değerleri öğretmiş, vatan ve millet sevgisi aşılayarak milletin teminatı haline getirmişlerdir.
Bu anlamda “Türk-İslâm Ülkücüsü Kimdir?” derseniz bunu hareketin önemli düşünce adamlarından olan merhum Seyyit Ahmet Arvasi’nin kaleminden şöyle özetleyebiliriz:
“Türk-İslâm Ülkücüsü, kendini Allah (cc) ve Resul’ünün (sav) dâvasına adamış, sırf Allah rızası için canını, malını, makam ve mevkiini, din ve devleti, mülk ve milleti için fedaya hazır, şanlı ve mukaddes Ay Yıldızlı bayrağın gölgesinde dövüşen, nefsini düşünmeyen ve ülküsünde fâni olmuş yiğitlerdir. Onlar büyük ve şanlı Türk tarihinin doğurduğu, Allah (cc) ve Resul’ünün (sav) hizmetine sunduğu ulvî kadrodur.
Küfrün bütün oyunlarını bozan, cesaretini kıran, yolunu kesen bu dinamik kadrodur. Bu sebepten küfrün her çeşidinin husumetine maruz kalmaktadır.”
1970’lerin Türkiye’sinde, ülkücüler ve yabancı istihbarat örgütlerinin emrinde olan sol görüşlü gençler arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Bu dönem, Türkiye tarihinin en kanlı politik çatışmalarından biri olarak tarihe geçmiştir. Ülkede kaos çıkarmak isteyen küresel çeteler solcu gençleri kullanarak ülkücülere saldırtmış, ülkücüler ise bu saldırılar karşısında nefsi müdafaa yapmak zorunda kalmışlardır.
Ülkücü gençler, bu çatışmalarla ilgili 1980 öncesi ve sonrasında çeşitli suçlamalarla karşı karşıya kalmış ve binlercesi cezaevlerine atılarak cezalandırılmıştır. Çıkan çatışmalarda binlerce Ülkücü şehit olmuş, binlercesi de yaralanmıştır. Bu yazının yazarı da hem kurşun hem de bomba ile iki saldırıda yaralı olarak kurtulmuştur.
1980 yılında gerçekleştirilen ABD patentli askeri darbe ile cezaevlerine konan ülkücüler akıl almaz işkencelere maruz bırakılmış ve bazıları bu işkencelerde hayatlarını kaybetmiştir. 1980 öncesi ülkücü hareketin iki kurumu MHP ve Ülkü Ocakları darbeciler tarafından kapatılmış, bununla ülkücü hareket yok edilmek istenmiştir. Ancak küresel çetelerin yerli işbirlikçilerinin bu davranışları ülkücü hareketi bitirememiş, aksine kamçılayarak yeniden ayağa kalkmasına sebep olmuştur.
1980 öncesi olduğu gibi 1990’lı yıllarda da MHP ve Ülkü Ocakları çatısı altında yeniden sahne alan ülkücü hareket bu kez değişik saldırılara maruz kalmıştır.
Bu çerçevede ülkücü hareket en büyük darbelerden birini kendi içinden çıkan bir grup tarafından almıştır. 1992 yılında başını Ülkü Ocakları eski Genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun çektiği bir grup milletvekili değişik bahaneler ve gerekçelerle hareketten kopmuş ve partileşerek MHP’nin karşısına çıkmıştır.
Bu ilk bölünmeye rağmen ülkücü hareket kendini toparlamış ve Türk siyasi ve sosyal hayatında varlığını sürdürmüştür.
Sonraki yıllara MHP ve Ülkü Ocaklarına yönelik değişik komplolar düzenlenmiş, yine oynanan kongre oyunlarıyla parti 2010’lu yıllardan sonra bir kez daha bölünme ile karşı karşıya kalmıştır. MHP’den ayrılandan başka isimlerle partileşmiş, ancak ülkücü hareketin gelişmesine zarar verememiştir.
Bugün, ülkücü hareketi gençlik teşkilatı olarak Ülkü Ocakları ve siyasi parti olarak da MHP temsil etmektedir. MHP siyasi bir parti olarak Türkiye siyasetinin merkezinde yer almakta ve ülkenin geleceğinin teminatı konumunda bulunmaktadır.
MHP, ülkenin en zor zamanlarında, “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” ilkesini işleterek hiçbir siyasi menfaat gözetmeden ülkenin menfaatini ön planda tutmuştur. 15 Temmuz 2016 yılında gerçekleşen kalleş bir darbe girişimi öncesinde gelecek tehlikeyi sezen MHP, Cumhur ittifakını kurarak ülkemizi büyük bir cendereden kurtarmıştır. 15 Temmuz sonrası FETÖ denen ABD aparatı örgüt ile mücadelede de devletin yanında yer almış ve hiçbir menfaat gözetmeden hükümetlere destek vermiştir. MHP’nin “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” ilkesini kavrayamayan bir kısım zavallılar, niye menfaatsiz destek verdiğini anlamadıkları için değişik suçlamalara yönelmişlerdir. Ne yazık ki bunu yapanlar arasında bir zamanlar ülkücü hareket içinde yer alan, çilesini çekenlerden bazıları da vardır.
Ne yazı ki son dönemlerde MHP ve Ülkü Ocaklarına saldırıların büyüklerinden biri de Sinan Ateş cinayeti kullanılarak yapılmıştır. ABD’de bir gazetenin “MHP ve Ülkü Ocakları kapatılsın. Terörist ilan edilsin.” Yayınından sonra başta büyük aparatlarından biri olan FETÖ ve PKK olmak üzere CHP, İP vb. partiler ve bilumum solcular bu koroya katılarak kumpasın bir parçası haline gelmişlerdir. Ne yazık ki bu kumpasta Sinan Ateş’in eşi, kardeşleri ve annesi de birer figüran olarak yer almış ve bütün hedefleri MHP ve Ülkü Ocaklarını terörist ilan etme yarışına girmişlerdir. Ancak yapılan bütün şeytani planlara rağmen MHP ve Ülkü Ocaklarına yönelik kumpas çökmüştür. Bu hususta kaleme aldığım;
“Ölüm Üzerinden Kim Neyin Peşinde”,
“Sinan Ateş Üzerinden Dönen Fetökulli İşler”,
“Kusursuz Cinayet Yoktur”,
“MHP ve Ülkü Ocaklarına Saldıranlar!
“Şeytan Üçgeni Sinan Ateş Hattında”,
“Sinan Ateş Kumpası Çöktü” isimli makaleler şu linklerdedir:
Dün olduğu gibi bugünde çeşitli saldırılara maruz kalan Ülkücü hareket, devletin bütünlüğü ve Türk kültürünün korunması konularında her türlü fedakârlığı yaparak ülke yönetiminde dışarıdan etkili olmaya devam etmektedir.
Bugün gelinen noktada gençlik üzerinde Ülkü ocakları, siyasi arenada da parti olarak MHP, varlığını güçlü şekilde devam ettirirken, yakın gelecekte de bu gücünü sürdürecektir. Özellikle genç nesiller arasında milli ve manevi değerlere bağlılık ve vatanseverlik duygularının canlı tutulması, ülkücülük hareketinin gelecekte de önemli bir rol oynamasını sağlayacaktır. Küresel çeteler ve yerli işbirlikçileri tarafından yapılan hiçbir saldırı da bu hareketi yolundan alıkoyamayacaktır.
Türkiye’de ülkücülük hareketi, geçmişten günümüze önemli bir siyasi ve sosyal tesir meydana getirmiş ve bu etkisini gelecekte de sürdürmeyi hedeflemektedir. Milli ve manevi değerlere bağlılık ve vatanseverlik duygularının korunması adına önemli bir rol üstlenen ülkücü hareket, Türk siyasetinin önemli bir parçası olarak da Türkiye Cumhuriyeti var olduğu müddetçe varlığını sürdürecektir.
Yukarıdan beri yazdıklarıma nihayet verirken ülkücü hareket hakkında bazı aforizmalarda da bulunmak istiyorum.
Bugün kıytırık gerekçelerle davasını terk ederek başka partilere giden bazıları ne yazık ki MHP duvarından tuğla eksiltmeye çalışarak Ülkücülük yapmaya kalmaktadır ki bu beyhude bir çabadır.
Yine bu tipler MHP ve Ülkü Ocaklarının liderlerine hakaret ederek ve sağda solda aleyhinde konuşarak Ülkücülük yaptıklarını iddia etmektedirler. Bu iddialarla sadece kendilerini komik duruma düşürmektedirler.
Yine bazıları Ülküdaşlık hukukunu çiğneyerek, Ülküdaşının arkasından dedikodu yapıp konuşarak Ülkücülük yaptığını zannetmektedir.
Yine bugün ne yazık ki yüzüne Ülkücü maskesi takıp piyasada gezerek, bizim oyun havalarımızla başkalarının düğününde halay çekmeye çalışmaktadırlar.
Ülkücü insan mert olur, davasına, liderine, teşkilatına sahip çıkar. Ülkücülüğün fikir ve aksiyon babası Alpaslan Türkeş, “Ülkücülük MHP’de olur.” Demişken başka başka gerekçelerle MHP terk edilerek ülkücülük yapmak Yahudi dükkânına Besmele asmak gibi bir aldanmışlıktır.
Ülkücünün ocağı Ülkü Ocakları, siyasi partisi de MHP’dir. Bu iki kurumu beğenmeyerek terk edenlerin ülkücülük mirasından geçinmeye kalkması ise büyük bir paradoks ve savrulmadır.
Ülkücülük bulanıklığı değil, duruluğu sever. Değişik maskeler arkasında saklanan ülkücü olamaz. Çünkü Ülkücülük çok yüzlülüğü, mürailiği asla kabul etmez.
Ülkücü mert olur, davasına dert değil. Derdi, sevdası ülkücülük olmayanlar en ufak mazerette veya zorlanmada davasını terk ederek başka yerlere gider. Bu onların davalarını bilmemelerinden, içlerine sindirmemiş olmalarından kaynaklanır.
Bu anlamda son sözü ülkücülüğün fikir babası olan Başbuğ Alpaslan Türkeş’in 1992 yılındaki bölünmelerden sonra yaptığı tarihi açıklama ile bitirmek istiyorum:
“Türk milletini kalkındıracak olan tek siyasi hareket Milliyetçi Hareket Partisidir, Ülkücülerdir.
Efendim; Ben de Ülkücüyüm, Ülkücülük kimsenin tek elinde değil, ama ben ANAP’lıyım, Anavatandayım.
Efendim; Ben de Ülkücüyüm, Ülkücülük kimsenin tek elinde değil Doğru Yolcuyum, doğru yoldayım,
Efendim; Ben de Ülkücüyüm, Ülkücülük kimsenin tek elinde değil Büyük Birlik Partisindenim,
Efendim; Ben de ülkücüyüm, Refah partiliyim.
Halt etmişiniz hepiniz. Ülkücü MHP’de olur. MHP’de bulunmayan ülkücü değildir. Gittiği yerin damgasını yer. Oradaki genel başkanın görüşüne göre yaşar, oradaki genel başkanın görüşüne göre hareket eder. Onun Ülkücülüğü kalmamıştır. Bunu böyle bilmeliyiz.
Hareketimizi bölenler bir ihanet hareketi içindedir. Bölünmeler Ülkücü davayı arkadan hançerleyen bir ihanet hareketidir.
Ülkücülüğü ben kurdum. Ülkücülük davasının kitabını ben yazdım.
Ülkücü burada olur, MHP de olur. Ülkücülüğü kuran Ülkücülüğün babası olan adamın emrinde, yanında çalışır.
Sen bana ihanet edeceksin, yalan dolanla gideceksin. Başka yere parayla satılacaksın. Sonra Ülkücülük memlekette prim yaptığı için ondanda vazgeçemeyeceksin.
“Efendim ben de ülkücüyüm, ülkücülük kimsenin tek elinde değil.” Bunlar boş laflar.
Evet, Ülkücülük MHP’nin tekelindedir. Ülkücü olan burada olur.
Ona göre hareket edeceğiz.
…
Davamız kutsal bir dava ve bizler ihlaslı insanlarız. Onun için içerden dışarıdan yaptıkları bütün hücumlara çevirdikleri bütün fitnelere rağmen dimdik ayaktayız çok şükür!”