Hasan, çevresince sevilen sayılan bir esnaftı. Hiç kimseyi kırmaz, gönül kazanır elinden geldiğince dini konularda kendisine yardım isteyenleri eli boş göndermezdi. Bu hem inançlı olduğundan hem müşterilerine hoş görünmek istediğindendi.
Milliyetçi, vatansever olduğu kadar dini kullanan cemaatlere oldukça mesafeli durur, ne eleştirir ne de onları överdi. Ticaret hemen hemen cemaatçilerin elinde olduğundan onlara mesafeli durur ve aleyhlerinde konuşmazdı. Sadece özel dost sohbetlerinde cemaatlere oldukça mesafeli olduğunu söyler bazen eleştirdiği de olurdu. Aile çevresi de Milliyetçiydi, Ülkü Ocakları ana gayesinden uzaklaştığı için, aile çevresi ticaret ile uğraştığından dolayı cemaat onların beyinlerini yıkamış ve kendilerine çekmişti.
Hasan doğduğu şehirde değil, doyduğu, ticaret yaptığı şehirde yaşıyordu. Memleketini ziyarete gitti, aile çevresini ziyaret ettikten sonra alacağı olan kişileri de ziyaret etti, alacaklarını istedi. İşte ne olduysa ondan sonra oldu...
***
Otübüsten iner inmez sivil giysili ellerinde otomatik silahların üzerine çevrildiğini görünce oldukça şaşkındı.
-Ellerini kaldır... sakın kaçmaya kalkışma!...
Kalabalık silahlı adamların içinden nasıl kaçacaktı? Üstelik bu güne kadar karakol görmemiş, gayri meşhu hiç bir işi olmamıştı. Şaşkınlığını gizleyemedi ve denileni yaptı. Ellerini kaldırınca elindeki çantası yere düştü. Sivil giysili silahlı adamlar çantasını yerden aldılar ellerini arkadan kelepçeleyip siyah bir minibüse bindirdiler...
...
Sorgulamayı yapanlar durmuyorlar, soru üzerine sorular soruyorlar bazen ileri gidip tekme tokatla saldıranlar oluyor ve diğerleri onları oradan uzaklaştırıyorlar ve Hasan'a güya dost görünerek, yardımcı olmak istediklerini söylüyorlardı.
Sorgu bir türlü bitmek bilmedi, saati günü geceyi sayamaz olmuş, iyice halsiz kalmış, vücuduna yediği her darbenin acısı bir türlü geçmek bilmiyordu. O kadar hayatından bezmişti ki, çocukken komşunun bahçesinden elma çaldığını dahi söyledi. Fakat sorgucuları bir türlü ikna edemiyordu.
Hasan'ı iki gün dinlendirdikten, yaralarını pansuman ettikten sonra savcı karşısına çıkarttılar ve:
-Cemaatin yetkili bir elemanı olarak tutuklandı ve cezaevine götürüldü.
Hasan'ın ailesinden başka hiç bir yakını ziyaretine gelemiyor, ziyaretine giderlerse cemaatçi olarak tutuklanacakları söyleniyor ve korkuyorlardı.
Hasan eşine başından geçen bütün olayları anlattı ve tanıdıklar vasıtasıyla kendisine bir avukat tutmalarını söyledi.
Eşi ve büyük ağabeyi sorup soruşturduktan sonra müracaat ettikleri avukatların davayı almamaları karşısında çaresizlik içindeydiler. Bir yakınlarının devreye girmesiyle bir avukat tuttular ve avukat dosyasına baktı inceledi ve Hasan'ın ağabeyine:
-İsim benzerliği var, O kişi olmadığını ispatlamamız için belgeler lazım. Hasan'ın ismini soyadını taşıyan kişi aranmaktadır. Cemaatin ileri gelenlerindendir, internet üzerinden araştırma yaptım, resimlerini faaliyetlerini nerede görevli olduğunu tesbit ettim. Siz o kişiyle ilgili belgeler bulursanız en kısa zamanda çıkartırız, dedi.
Bunun üzerine Hasan'ın yakınları hemen koşuşturarak Hasan'ın isim benzerliği olan kişiye ulaşmaya çalıştılar. Bazıları ulaştılar ve Hasan ile o kişinin kesinlikle alakası olmadığını ispatlayacak oldukça kabarık bir belge topladılar. Avukat bütün bunları savcılığa sunsa da Hasan tahliye edilmiyordu. MİT'ten gelecek rapor bekleniyordu. Yüzbinlerce kişi sorgusuz sualsiz zindanlara tıkılmış MİT hangi birisinin dosyasını çıkartıp mahkemeye gönderecekti?
Hasan'ı iyi tanıyan bir arkadaşı devreye girerek MİT'ten gereken dosya getirildi ve Hasan hiç alakası olmadığı halde on gün boş yere hapis yatmıştı ve tahliye edildi.
***
Bayram gelmişti ve Hasan, eşi ve yakınları tahliye sevinciyle iki bayram yaşıyorlardı.
Bayramın ikinci günü evi jandarmalar ve sivil yüzü örtülü silahlı kişiler Hasan evde yokken bastılar. Eşi şaşkın ve korku içerisindeydi. Küçük oğulları korkudan ağlayamıyor şok geçiriyordu. Ev talan edildi her yer didik didik arandı ve arama ekibi gidince Hasan'ın eşi telefon ile Hasan'ı aradı. Hasan hemen karakola gitti ve tekrar tutuklandı.
Bayram Hasan'ın yuvasında zehir olmuştu.
Hasan'ın mahkeme işlerine yardımcı olanlar sorguya alınmış ve fişlenmişlerdi.
Hasan çaresizlik içinde günlerce hatta aylarca bekledi, yakınları korkarak çıkması için ellerinden geleni yaptılar. Bazı uyanıklar iktidar partisinde adamları olduklarını söyleyip yüklü miktarda para çarptılar ve Hasan bir türlü tahliye olamadı. İşyeri kapalı olduğundan kirayı ödeyemedi, senetlerini ödeyemedi, alacaklarını kimse getirmedi ödemedi ve Hasan çaresizlik içinde ne zaman gerçek adaletin tecelli edeceğini bekledi durdu.
İki yıla yakın zindanda kalan hasan neticede suçsuz olduğu ve hakkında cemaat ile ilgili en küçük bir delil olmadığı anlaşıldığından tahliye edildi.
***
Hasan evine döndüğünde sevinemiyordu, hayat sanki durmuş, her şey sorgucuların işkenceleri, evin talan edildiği anki gibi karamsardı. Tahliyesine dahi sevinememişlerdi. Tek sevinen küçük yavrularıydı.
Hasan bir ay evinden hiç dışarıya çıkmadı, yaşlı babasının emekli maaşıyla idare etmişti ve yeni bir iş kuracak ne maddi ne de manevi cesareti vardı.
Mahalle kahvesine gittiğinde herkes kendisinden kaçıyorlardı. Kahve sahibi önüne çay dahi koymamış, başlarına bir iş gelmesin diye kibarca üzülerek Hasan'ı kahvesinden kovmuştu.
***
Hasan telefonu pek kullanmıyordu. Memleketine geldiğinde yine yalnızdı. Akrabaları ondan vebalıymış gibi uzaklaşıyorlardı. Boynu bükük yolda yürürken ona rastladım. Beni görünce boynuma sarıldı gözyaşlarına boğuldu:
-Ne dost, ne akraba ne de bir arkadaşım kaldı ağabey, dedi.
Birlikte kahveye girip çay içelim dedim, gözlerime mahsun mahsun baktı ve:
-Seninle beni görürlerse seni de alırlar ağabey, dedi.
-Boşver Hasan, beni zaten biliyorlar. Cemaati sevmediğimi, karşı olduğumu, iktidarı sevmediğimi karşı olduğumu, benim Ülkücü olduğumu dünya alem bilir, dedim.
Ne kadar ikna etmeye çalışsam da birlikte kahveye gitmedik ve tenha bir parka gittik, ıslak olan bir bankın üzerine oturduk, Hasan anlattı ben dinledim. Soru sormama fırsat vermiyordu hep anlatıyordu:
-İşte öyle ağabey, yıllarca cemaatten uzak durdum, yerine göre eleştirdim, karşı çıktım, esnaf olduğum için bazen yardıma gelenleri geri çevirmiyordum. Müşteri kaybetmeyeyim, kendime düşman edinmeyim diye. Cemaat ile İktidar birlikteydi biliyorsun, şayet onlara yardım etmezsen, iş yaptığın kişilerle hemen devreye girip, işimi bozmaya çalışırlardı. Bunu bilmeyen yoktur. Dükkanıma getirdikleri gazeteyi dahi ortada bırakmayıp, çöpe atıyordum. Devletime güveniyordum, ama o güvenim kalmadı, dostlarıma Ülküdaşlarıma güveniyordum, onlara da güvenim kalmadı, hiç kimseye güvenim kalmadı, yapa yalnızım ağabey yalnızzz...
Gözyaşlarını mendille siliyordu, yüreğim burkuluyordu. Ben de 12 Eylül döneminin işkencelerini zulmünü görmüş yaşamış birisiydim. Hasan'ın anlattıkları, yaşadıkları ile o günleri karşılaştırdım ve bizim yaşadıklarımızın misli misli fazla işkence, yıldırma, yok etme sistemiyle karşı karşıyaydık.
Güya dinci görünen iktidar, müslümanlardan intikam alıyordu. Hasanlar, Hüseyinler, Zeyneller zulüm görüyor, Yezitler hüküm sürüyordu.
Vaktin nasıl geçtiğini bilemedik, hava kararmaya başlamış, ezanlar okunuyordu. Birden irkildi ve gözlerime baktı, gözlerinden yaşlar yine akıyordu:
-Ağabey, bilirsin beş vakit namazımı kılarım, Hac vazifemide ifa ettim. Fakat ayaklarım bir türlü hapisten çıktıktan sonra camiye gitmiyor, dedi.
-Neden kardeşim, Cami bizim evimiz, Allah'ın evi bizimdir, dedim.
Acı acı güldü, ayağa kalktı bende kalktım elini uzattı elini iki elimle sıktım.
-Ağabey, bilmyorum ama, yarın başkaları iktidara gelirse bizi iktidarın adamı diye camiye gittiğim için fişlerler. Bu devran böyle dönmez derdin, ama benim kendime dahi güvenim kalmadı, dedi.
Elimi bıraktı son kez yaşlı gözlerle baktı ve:
-Eyvallah, dedi. Gitti.
Ardından bakakaldım. Bu gidiş sanki vedalaşmak gibiydi, yüreğim burkuldu. Hasan'ı kaybetmiştik.
(Yaşanmış bir olay, isim ve mekanlar hikayesi olan kişiye zarar gelmemesi için değiştirilmiştir.)