Tarihin en karmaşık ve karanlık yapılanmalarından biri olan Fetullahçı Silahlı Terör Örgütünden (FETÖ) dün korkanlar olduğu gibi bugünde Allah(cc)’tan korkmadığı kadar korkanlarla maalesef her gün karşılaşıyorum.
FETÖ ile mücadele milli ve manevi bir dava olması gerekirken sanki bu mücadele Başkan Erdoğan ve birkaç kişinin şahsi davasıymış gibi algılayan ahmakların varlığı da bana büyük acı veriyor.
Bugün maalesef dünyanın en büyük ve teşkilatlı bir istihbarat örgütü olan FETÖ ile mücadele devlet bazında sadece emniyet ve yargı ayağına sıkıştırılmış durumdadır. İktidarda olan Ak Parti’nin başkanı ve birkaç fedakâr insanını saymazsak kahır ekseriyetinin FETÖ ile mücadele diye bir davasının olmadığı çok açıktır.
Yapılanma içinde uzun yıllar görev yapan ve 1999 yılında ayrıldıktan sonra hayatım pahasına bu yapının İslam’a, millete, vatana büyük zararlar vereceğini anlatan biri olarak FETÖ’ye karşı her alanda (Siyasi, kültürel, İslami, ekonomik, yargı, emniyet, STK’lar, partiler, Üniversiteler, Diyanet, vakıflar, dernekler, belediyeler vb. kurumlar.) topyekûn bir savaş açılmadığı müddetçe bu sinsi, karmaşık, şeytani örgütle baş etmenin imkânsız olduğunu yirmi senedir haykırıyorum.
“Haykırıyorsun ama duyan var mı?” diye sorarsanız maalesef herkesin adeta bu hususta kulağının üzerine yattığını söyleyebilirim.
Hani, “Anlatmaktan dilimde tüy bitti.” derler ya, benim dilimde anlatmaktan çınar bitti. Belki taşlara anlatsam taşlar bu gerçekler karşısında çatlardı da bunlarda bir kıpırdanma olmadığını görüyorum.
Belediyeler, STK’lar, dernekler, partiler, Diyanet, Üniversiteler ve benzeri kurumlar FETÖ ile mücadele etmemek için adeta ayak diretiyor.
Zikredilen kurumların en tepesinden düşüğüne kadar yöneticilerinin yanında ne zaman FETÖ’den bahisler açsam, “Ya bu konuda çok abartıyorsun.” gibi banal ve ahmakça ifadelerle neredeyse her gün karşılaşıyorum.
Bu tiplerin çoğu da geçmişte FETÖ ile bağı olan kişiler. Özellikle 15 Temmuz’dan önce bu tiplere FETÖ’nün pisliklerini anlattığımda bana bıyık altından gülüp, çok abarttığımı düşünüyorlardı. Bugün maalesef hemen hepsinde, “Ya FETÖ geri dönerse başıma bela alırım. Neyime lazım, tedbirli olmalıyım.” korkusu hakim.
Mesela bizzat yaşadığım bir örnek vereyim: Bir vakıf başkanı bizzat beni konferans için çağırdı. “Sofistike Terör” isimli bir konferans vereyim dedim ve kabul etti. Konferansta FETÖ’nün terörle ilişkisini ve lideri olan Gülen’in sapıklıklarından ve ihanetlerinden bahsedince vakıf başkanı araya girerek, “Ya Hocam siyasete girmesek. Şahıslardan bahsetmesek. Malum burası bir vakıf.” demek ahmaklığını gösterdi. Ben de, “Ne siyaseti, ne şahsından bahsediyorsun. FETÖ denen alçak yapı dinimize, vatanımıza, milletimize ihanet etmiştir. 15 Temmuz darbesini yapmıştır. 251 kişiyi şehit etmiş, 2300 kişiyi acımasızca yaralamıştır. Neden korkuyorsun? FETÖ’nün geri geleceğinden mi, yoksa vakıf yönetimindeki Fetöcülerden mi?” diyerek en sert şekilde tepkimi gösterdim.
Başka örnekler de var. Mesela başta İstanbul’daki AK partili belediyeler ve bazı sivil toplum kuruluşu olarak çalışan vakıf ve derneklere de, “FETÖ ile ilgili birçok kitap yazdım. Belgelerle örgütün ihanetlerini anlatan belgesel çalışmalar hazırladım. Ben sizden herhangi bir ücret vs. talep etmiyorum. Gelip belediyenizde, vakfınızda, derneğinizde bu şeytani örgütün ihanetlerini anlatayım, konferans vereyim. Hatta istiyorsanız hazırladığım eserleri bedelsiz size veriyim, belediyeniz, derneğiniz, vakfınız adına basın.” türünden teklifler yaptım. Ama ne kadar hazindir ki ya kendi bünyelerindeki kripto Fetöcülerin baskıları ya da “ya FETÖ geri dönerse korkusu” sebebiyle bu tekliflerime şimdiye kadar olumlu cevap veren olmadı.
1960’yı yıllarda küresel şer güçler tarafından “Yeşil Kuşak Teorisi” içindeki “Ilımlı İslam” oluşturma projesinde rol verilen bu şeytani yapının ülkemize, dinimize, milletimize verdiği zararın büyüklüğüne baktığımızda tarihimizin en büyük ihaneti olduğunu görüyoruz.
Peki, bunu yukarıda anlattığım kesimler görmüyor mu?
Ya da görüyor da işlerine mi gelmiyor?
Bugün kendilerini ısırmayan küresel sermaye yılanının yarın onların çocuklarını ısırmayacağını nereden biliyorlar?
Örgütün kendini açık etmesinin üzerinden (17/25 Aralık 2013) neredeyse yedi yıl geçti. Bu şeytani örgütle mücadelede geldiğimiz nokta bu mu olmalıydı?
Tarihin en karanlık örgütüne karşı milli bir mücadele başlatmamız gerekirken sergilenen bu aymazlıkların sebebi nedir? Herkesin başını ellerinin arasına alarak düşünmesi gereken en önemli hadiselerden biri budur.
Bu örgüt PKK’dan bin kat daha sinsi ve tehlikelidir. PKK düşmanlığını resmen ilan etmiştir. Ama bu örgüt hala devletimizin, kurumlarımızın içinde canlı olarak yaşamaktadır. Her an nereden çıkacağı ve bizlere nasıl zararlar vereceği meçhul bir ihanet örgütüdür.
Bugün sadece emniyet ve yargıya ihale edilen örgütün çözüldüğünü söylemek gündüz vakti güneşi inkâr etmek gibi bir ahmaklıktır. Dikey ve yatay iç içe girmiş birçok yapılanma modeline sahip bu karanlık istihbarat örgütünün yurt içi faaliyetleri devam ettiği gibi uluslararası faaliyetleri de hız kesmeden devam etmektedir. Örgüt militanları her gün sosyal medyayı kullanarak bütün dünyaya 15 Temmuz darbe girişiminin kendileri ile alakası olmadığını, ”Darbenin bizzat Erdoğan, Akar ve Fidan tarafından tezgâhlandığını” anlatıyorlar.
FETÖ’nün yurt dışı yapılanması hakkında da ciddi çalışmalar yapılmamaktadır. FETÖ lideri Gülen’in eserleri en az elli yabancı diye çevrilerek bütün dünyaya yayılmış bulunmaktadır. Bu eserlerde Gülen’in, “Asrın Mevlana’sı, Yunus’u, eğitim gönüllüsü, fedakârlar cemiyeti lideri, vs.” şeklinde propagandası yapılmaktadır. Gülen hala uluslararası dergilerde kapak yapılmakta, TV’lerde röportajları ve küresel bazı gazetelerde makaleleri yayınlanmakta ve zehrini kusmaktadır.
Peki, başta devletimiz, STK’larımız, derneklerimiz, vakıflarımız, partilerimiz, üniversitelerimiz, YÖK, Diyanet teşkilatımız, sendikalarımız, Milli Eğitim ve diğer bakanlıklarımız bu hususta ne gibi bir mücadele yapıyorlar?
Devletimiz tarafından daha doğru dürüst bir “FETÖ İLE MÜCADELE ÜST KURULU” gibi bir kurum bile kurulamadı. Kurulan bazı kurumların başına veya yönetimine FETÖ ile ilişkisi çok açık olan kişilerin ataması gibi bir garabeti de yaşıyoruz.
Maalesef FETÖ’nün yurt dışı faaliyetleri de sadece birkaç fedakâr gazetecinin bazen makalelerinde bahsetmesinden ibaret kalmaktadır. Bu şeytani yapının yurt içi ve yurt dışı bağlantıları çoğu kez kulaktan duyma ve üstün körü yazılıp çizilmektedir. TV’lere FETÖ ile ilgili çıkarılanların çoğu bu örgütü 15 Temmuz’dan sonra tanıyanlar oluşturmaktadırlar. Bundan dolayı FETÖ’den bahseden programların çoğunda adeta geyik muhabbeti yapılmakta ve örgüt ile verilen mücadele sulandırılmaktadır. Gülen’in İslam’a ihanetleri, vatan ve millete yaptığı tahribatlar, uluslararası istihbarat örgütleriyle kirli ilişkiler ağı, örgütlenme biçimi ve halen elinde bulunan kaynaklarla ilgili doğru dürüst akademik çalışmalar bile yapılmamıştır.
Bu kanlı ve karanlık örgütün ihanetlerini gelecek kuşaklara, gençlerimize anlatmak için neredeyse hiçbir ciddi faaliyet yapılmamaktadır. Milli Eğitimin okullarındaki bazı gayretli öğretmenler FETÖ’nün ihanetlerini anlatan programlar yapmaya kalktığında adeta cezalandırılmak ve hatta yerinden edilmektedir.
Başka bir garabette FETÖ ile ilgili yazılan kitaplar konusunda yaşanmaktadır. Sayıları beş yüzü bulan ve kahır ekseriyeti birbirinin tekrarı olan bu eserlerin başka bir ortak noktası da 15 Temmuz’a güzellemeler dizmeleri ve çoğunda sanki bu darbe girişimini uzaylılar yapmış gibi takdim edilmesidir. Mesela 15 Temmuz’a kadar bu yapının birçok kurumunun kuruculuğunu ve propagandasını yapan bir yazar, 15 Temmuz’dan sonra yazdığı kitaba “15 Temmuz Diriliş Destanı” adını koyarak güya sözde bu örgütü anlatmaya çalışmaktadır.
17/25 Aralık sonrasında bile örgütle bağı olan, örgütten maaş alanların bazıları da bu tarihten sonra ayrılıp kaleme aldıkları kitaplarda bildikler gerçekleri değil de sanki tersinden FETÖ’nün işine yarayacak bilgiler aktarmaktadırlar. Bunlardan biri yıllarca kendini “FETÖ’nün sağ kolu” olarak lanse etmiş ancak döndükten sonra bu şeytani yapının TSK yapılanmasından utanmadan haberi olmadığı yalanını söylemektedir.
Geçmişte Fetullah’a tapacak kadar göklere çıkaranların özellikle 15 Temmuz sonrası FETÖ’ye sövgüyü zirveye çıkarmaları ve bugün 'FETÖ ile sadece ben mücadele ediyorum' havasında olmalarının samimiyet derecelerini ölçecek bir alet var mı bilmiyorum?
FETÖ ile mücadeleyi istismar eden, bu şeytani örgütle mücadeleyi ranta tahvil etmeye çalışan, örgütü bir şantaj aracı olarak kullanıp çıkar elde edenlerin varlığı da bu şeytani örgütle mücadeleyi sulandıran ve çığırından çıkaran ahlaksızlıklardır.
Yukarıda bahsettiğim konular yıllardır içimde bir ukde olarak varlığını sürdürüp beni rahatsız ediyordu. Artık “Bunlar sadece beni rahatsız etmesin, yazayım da benimle beraber FETÖ ile mücadele etmeyen ve FETÖ’den korkan korkaklar da rahatsız olsun.” Arzusuyla okuduğunuz makaleyi kaleme aldım.
Hülasa etmek gerekirse FETÖ ile mücadelede sadece at izi it izine karışmadı. At izi, it izi, ayı izi, domuz izi, yılan izi, kertenkele izi hepsi birbirine girdi. “Bu izlerin birbirinden ayrılması nasıl mümkün olur?” sorusunun cevabını bir başka makalede vermek üzere söyleyeceklerimi burada bitiriyorum.
Rabbim, bütün millete bu şeytani örgütle mücadele eden herkesten razı olsun. Mücadele azimlerini ve kararlılıklarını artırsın. Korkakların içlerine de biraz din, vatan, millet sevgisi versin ki, FETÖ’den korkmayı bırakıp Allah(cc)’tan korksunlar.