Bizi öldürüyorlar ve işin en ilginç yanı öleceğimizi bile bile sıramızı bekliyoruz. Kimimizi silahla, kimimizi itibar suikastıyla öldürüyorlar ama istisnasız hepimizin umutlarını öldürüyorlar.
Haksızlık karşısında konuşamıyoruz. Lâl oluyor dilimiz ya; işte en kötüsü bu. Buna ben "yaşarken ölmek" diyorum. Adaletin, vicdanın, merhametin, hukukun olmadığı yerde asla güzel bir şey olamaz, olmamalıdır da! Hepimiz soruyoruz: "Ne oldu, nasıl bu hale geldik?" diye. Ama cevap veren çok az, hatta hiç yok. Düşünün, binlerce yıllık medeniyeti kabile hayatına çevirenler bu mücadeleye inanan insanları ele geçirdikleri devlet gücüyle sindirmeye çalışıyorlar. Oturdukları makamları, mücadelemize borçlu olduklarını çoktan unutmuşlar. Bizim kuşağın emeğini, hayallerini, gençliğimizi, taşeron katillerin karşısında çaresiz bıraktılar.
Yıllar önce Adana mitinginde Olcay Kılavuz'un talimatıyla 50 kişinin saldırısına uğramış ve polisin müdahalesiyle son anda linç edilmekten kurtulmuştum.
Bu ülkede, ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu dahil milletvekilleri ve kanaat önderleri dövüldü; tartaklandı. Faillere hesap sormak yerine başköşeye oturttular. Evin sahibi, organize çetelerin sırtını sıvazladı.
Evladımız yaşındaki gençleri, ülkücülerin üzerine salarak büyüğüne el kaldırmasını öğütlüyorlar. Töreyi yok sayıp kafa göz kırarak alçakça saldırmayı yiğitlik olarak gören zavallılar baktılar ki yaptıkları hiçbir şeyin karşılığı yok, işi bu sefer daha ileriye götürdüler. Ankara'nın göbeğinde Sinan Ateş kardeşimizi aylar öncesinden ilan ederek öldürdüler. Kardeşimizin katledilişiyle acımızı yaşamak ve şehidimize son görevimizi yerine getirmek üzere birkaç arkadaşımla birlikte Bursa'ya gittik. Sinan'ın cenazesi uzun yıllardır görmediğim kadar büyük bir cemaate ev sahipliği yaptı. Sanki Sinan Ateş'i değil de onunla beraber birçok şeyi Bursa'da toprağa verdik. Evet, bu öyle bir çıkmazdır ki kurtulmanın imkânı yoktur. İstifa edip gidersen, hainsin! Gitmiyorum, burası benim evim dersen fitnesin. Birçok arkadaşımız yargısız infazdan kurtulamadı. Ev sahibinin hiç mi suçu yoktu?
Bizi esaret altına alan lider fetişizmi ve teşkilat doktrin tartışılmaz, "şer bildiğinde de bir hayır vardır." gibi saçmalıklarla beynimize, elimize, ayağımıza zincirleri kendimiz vurduk. "Baba ocağı" dediğimiz partiden gönüllü ayrılanlar ne mutlu...
Çoğumuz dövülerek kovuldu, ihraç edildi. Ama kim nereye gittiyse, lider fetişizmini de beraberinde götürdü.
Yeni Tanrıları, yeni Kralları makam koltuklarına oturtmakta çok mahiriz. O yüzden kabahat bizde canım kardeşim.
Kardan adamların gölgesinde dinlenmişiz. Koşulsuz teslimiyeti reddetme zamanı gelmedi mi?
Geçmişten gelen ve bütün gençliğimize egemen olan biatı da makam koltuklarında kitleye sadece talimat vermek için oturan liderleri de Bursa'da mezara gömdüm o gün! Sinan'dan geriye koca bir acı miras kaldı. Bu alçak suikasti basit bir kriminal zincirle açıklayıp dosyayı kapatacaklar. Cinayetin azmettiricileri kurdukları itibar mahkemelerinde engizisyon hükümleri verilecek ve kimse itiraz edemeyecek. Acıyı kanıksayıp bağışıklık kazanacağız.
Milli devlet mi, hukuk devleti mi?
Sinan'ı uğurladığımız gün son kararımı verdim:
Hukuk Devleti!
Her canlının farklı öncelikleri vardır; din, milliyet, iman... Benim için hepsinin önünde artık hukuk var. Gördük ki, adalet yoksa hayatın her alanı iktidar sahiplerinin merhametine kalmıştır. Hukukun olmadığı yerde zulüm vardır ve adaletin olmadığı yerde hepimiz suçluyuz. Sinan Ateş kardeşimizin alçakça katledildiği o hain pusunun bir an önce aydınlatılmasını diliyor, bekliyorum.