Ülkemizde yaşanan olaylara baktığımızda bazen milletimizin geleceğe yönelik ümitlerinin hiçte parlak olmadığını görüyoruz. Hâlbuki bizler ülkemizin her zaman muasır medeniyetlerin üzerinde olmasını isteyen, eğer dünyaya huzur gelecekse bunun Müslüman Türk milletinin önderliğinde olacağına inanan insanlarız.
“Neden geleceğe yönelik ümitlerimiz parlak değil?” diye sorabilirsiniz.
Ben ekonomik krizleri bu soruya cevap olarak vermiyorum. Çünkü ekonomi öyle veya böyle inişler çıkışlar yaşasa da sonunda rayına oturur. Teknolojideki geri kalmamızı da çok önemsemiyorum. Hiç ummadığımız bir dönemde birileri çıkar, yaptıkları İHA, SİHA, AKINCI, ATAK ve savunma sanayindeki diğer gelişmeler ile teknolojide bizi belli yerlere getirebilir.
Beni endişeye sevk eden en önemli hadiseler inanç, ahlak, kültür, aile ve ilim alanında yaşadığımız yoksunluk ve yoksulluklardır.
Yapılan araştırmalara göre inancı uğruna üç kıtada 600 yıl İslam’ın bayraktarlığını, hizmetkârlığını yapan bu milletin çocuklarının inançlarının çok çok önemli biçimde sarsıldığını gösteriyor.
Kur’an’daki İslam’dan uzak yapılanmalarıyla tarikat ve cemaatler habis bir ur gibi ülkenin her yanını sarmış bulunuyor. Ne kadar hurafe ve gelenek varsa “Din” diye pazarlayıp insanımızı maddi ve manevi olarak sömürüyorlar. İktidarlar ise oy kayısıyla bunlara alan açıyor. Çakarlı araçlarla hiçbir özelliği olmayan, insanları sömürerek Karun gibi zengin olan şeyhlerin, gavsların cenazelerinde bir çok seviyedeki devlet yöneticileri, siyasiler, Valiler, Kaymakamlar boy gösterebiliyor. Birçok siyasi figür tarikat şeyhlerinin önünde diz çöküp onlardan medet ve oy devşirmenin yarışına girmiş bulunuyor. Ülkenin birçok ekonomik kaynağı ne yazık ki bu tarikat ve cemaatlere akıyor. Bu yapıların elde ettikleri gelirlerin de hiçbir ekonomik kaydı yok. Bakanlıklar adeta tarikatların çatışma alanına dönmüş. FETÖ’nün devlet kademelerinden boşalttığı yerleri diğer tarikat ve cemaat mensupları dolduruyor. Yani FETÖ gitti ama yerine “METÖ, TETÖ, SETÖ vs.” isimlerle başka sömürü odakları yerleşerek milletin vampir gibi kanını emiyor. Bu gidişe siyasi arenada dur diyecek bir babayiğit de henüz ortalıkta gözükmüyor.
Gençler arasındaki ahlaksızlık ise son derece hızla yayılıyor. En dindar ailelerin çocukları deist, ateist oluyor. Bunlara dur diyecek kurumların başında olması gereken Diyanet ise Hac organizasyonundan, umre turlarından, camilerden kayıtsız şekilde toplanan yardımlardan ve kurbanlardan gelecek paraları hesap ediyor. Ardından da bunları yatırdıkları bankalardan gelecek faiz paralarını nerelerde harcayacaklarının hesabını yapmakla meşguller. Din alanında soytarı bile denmeyecek tipler ahkam kesip, halkı Allah ile kandırıp maddi ve manevi olarak istismar edip soyarken Diyanet bunlara karşı dut yemiş bülbül rolü oynuyor. İddialar doğru ise Diyanet bugünlerde kendi içindeki kripto FETÖ militanlarını aklamakla ve saklamakla uğraşıyormuş. Malum Diyanet’in başındaki kişi de geçmişi FETÖ’nün kurumlarında geçmiş biri. Atalarımız boşuna, “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” Dememiştir herhalde.
Ülkede faiz, içki, kumar, zina, ahlaksızlık, lutilik, lezbiyenlik almış başını gidiyor ama bunların dinde haram olduğunu ve hükümetin bunlara karşı derhal önlem alması gerektiğini söyleyecek âlimlerimiz yok. Adına ister siyasi korku, ister makam sevgisi, ister politik rant deyin ama şöyle bu yanlışlıkları icranın başındaki hükümete erkekçe söyleyecek alimlerden, ilim adamlarından ne yazık ki yoksunuz. Arada sırada başını kaldıran ve unları yanlış yapıyorsunuz diyen biri oldu mu, başta hükümet medyası olmak üzere hemen aforoz ve linç edip sistem dışına atılıyor.
Müslüman Türk ailesinin tehlikede olduğunu artık söylemeyen kimse yok gibi. Yaşanan krizler, gelenek ve göreneklerin alabildiğine ifrata gitmesi gençleri evlenmekten alıkoyuyor. Evlenen çiftlerin üçte biri kısa zamanda boşanıyor. Kadın haklarını savunacağız diye getirilen yasalar, süresiz nafaka gibi saçma sapan uygulamalar yüzünden gençler evlenmekten adeta korkuyor. Kadına pozitif ayrımcılık yapacağız diye getirilen İstanbul Sözleşmesi gibi yasaların kalıntıları sebebiyle milyondan fazla erkek evden uzaklaştırıldı. Bu sebeple işlenen kadın cinayetleri kat kat arttı. Hükümet evde çocuk yetiştiren kadınlara destek oma yerine kadınları çalışmaya tevvik ediyor ve birde maddi destek sağlıyor. Nüfus artışı hızla azalıyor ama alınan tedbirler bu azalmayı durdurma yerine artırıyor.
LGBT’liler eskiden sayıları 50 kişi civarındaydı. Beyoğlu’nda yürüyüş yapınca polis dağıtır ve gözaltına alırdı. Son yirmi senedir kendilerine verilen haklar sebebiyle iyice azıttılar ve sayıları artık on binleri buldu. Fuhuş sektöründe gayri resmi çalışanların çoğunun üniversite öğrencisi kızların olduğunu bizzat devlet kurumlarının yaptığı araştırmalarda ortaya konuyor.
Karamsar bir tablo çizmiş olmayayım ama artık gençler arasında idealist insanların çıkması neredeyse sıfıra yaklaşmış bulunuyor. Teknolojinin hızla yayılması yeni bir kültür akımı doğurdu ve artık gençler okumuyor. Z kuşağı diye adlandırılan bu gençler arasında kültürlü birini bulmak karanlıkta iğne aramayla eş duruma geldi.
İlim alanındaki kısırlık ise başta üniversitelerimiz olmak üzere bütün eğitim kurumlarında hâkim olmaya başladı. İki yüze yakın üniversitemiz var ama bunların uluslararası arenalarda ilim adına yaptığı bir başarıyı mumla arıyoruz. Ortalıkta üniversite mezunu işsizler ordusu geziyor.
Toplum olarak da menfaatçi bir duruma düştük. Dünyanın en yardımsever, en cömert insanları olan Müslüman Türkler sanki başlarına kaya düşmüş gibi şekil değiştirmiş ve hayatlarının merkezine benlik, menfaatçilik, egoistlik gibi bize ait olmayan ahlak anlayışı hakim olmuş.
Siyasi arenadaki bozulma ise belki de hepsinden kötü. Bugün sokaktaki hangi insana, “Politika nedir ve politikacı kimdir?” diye bir soru sorsak, “Politika kısa yoldan zengin olma becerisi. Politikacılar ise kurdukları partiler vasıtasıyla milletin yeraltı ve yer üstü zenginliklerini talan eden, yolsuzluk erbabı, hırsız vs. kişiler.” Cevaplarını alıyoruz.
Ülkede 22 yıldır Siyasal İslamcı ideolojiyi savunan kişiler iktidarda ama İslam’ın büyük günahlar arasında saydığı, “İçki, kumar, zina, faiz vs.” adeta topluma hâkim olmuş. Devlet eliyle kumar alabildiğine yaygın. Spor Toto, Gol, İddia, vs.vs. kumar çeşitleri bizzat devlet tarafından organize ediliyor. Eskiden at yarışları haftada bir yapılır ve kumar aracı olarak kullanılırdı. Şimdiler de her gün onlarca kez at yarışları yapılıyor ve millet ganyan bayilerinde kumar kuyrukları oluşturuyor., Çünkü çok büyük ekonomik getirisi var. Bu arada millet olarak kumarbaz olunmuş, kimin umurunda?
Faiz dersen artık ekonominin merkezi olmuş. Uluslararası küresel sermaye çeteleri faiz aracılığı ile ülkemizin her türlü gelirini sömürmeye devam ediyor. Son yıllarda faizi düşürüp milleti rant çetelerinin elinden kurtaracağım diyen hükümet ne yazık ki bu işi beceremedi ve ekonominin dümeni daha önceleri devleti dolandırmakla ve hırsızlık yapmakla suçladıkları küresel sermayenin adamları olduğu iddia edilen kişilere teslim edildi.
Zina ise bizzat “Siyasal İslamcı iktidar!” tarafından (çalışması önce yapılsa da) serbest bırakıldı. 2003 yılında çıkardığım haftalık haber yorum dergisinde zinanın neden serbest bırakıldığını araştırıp haber yaparken sekreterini hamile bırakan bir bakanla karşılaşmış ve “Sekreterini hamile bırakan bakan kim?” başlığı ile hadiseyi haber yapmıştık. Varoşlardan gelip elde ettikleri makamları kullanarak parayı bulan politikacı ve bürokratların önce kendilerine metres edinmeyi adeta ilke haline getirdikleri o tarihlerde herkesin dilinde pelesenk haline gelmişti. Bugünde aynı hadisenin bütün hızıyla devam ettiğini, Ankara Çukur Bostan fantezilerini gazetelerden, televizyonlardan rahatlıkla seyrediyoruz. Zina halinde basılan kişi çıkarılan yasa sayesinde “Beraber yaşıyoruz.” Deyince hakkında hiçbir işlem yapılmıyor.
Devlet bizzat üretimini yaptığı içki fabrikalarını özelleştirmiş olsa da içkinin yaygınlaşmasını önleyecek hiçbir tedbir almadı veya alamadı. Hatta iktidar mensubu bir büyükşehir belediye başkan adayı seçim çalışmaları çerçevesinde rakı çeşidini ikiden 14’e çıkardığı için övündüklerini bile söyleme ahmaklığında bulunmuştu.
Devletimizin polisi, askeri, güvenlik kuvvetleri canlarını ortaya koyarak uyuşturucuyla mücadele etseler de ne yazık ki uyuşturucu kullanma yaşı ortaokul seviyelerine kadar düştü. Uyuşturucu ile yapılan mücadele ne yazık ki bataklığı kurutmaya yönelik değil, çoğu kez bataklığın ürettiği sivrisinekleri öldürmeye yönelik sürüyor. Uyuşturucu baronları lüks yatlarında, villalarında belki de kendilerini kollayan politikacılarla kadeh tokuşturuyor! PKK gibi terör örgütlerinin yıllardır terörü uyuşturucu ticaretinden karşıladığını neredeyse sağır sultan bile biliyor ama önleme konusunda yeterli tedbirler alınmıyor olmalı ki sistem tıkır tıkır işliyor. Ülkeye gemilerle tonlarca kokain girişi yapılıyor ama nedense bunu kimin organize ettiği bilinmiyor!
PKK’nın siyasi kanadını ise TBMM’de besliyoruz. Dağda vurup öldürdüğümüz katiller güruhu TBMM’de vekil adı altında hainliklerine devam ediyor ve biz bu kıytırık sistem yüzünden millet olarak onları beslemek ve tahammül etmek zorunda kalıyoruz. PKK’nın terörist başına da bir ada ayırdık ve orada ağalar gibi besliyoruz. Bir yandan da her geçen gün bu uğurda şehit vermeye devam ediyoruz. Hâlbuki verilen her şehit için adadaki itin bir uzvunu koparsak terör hemen kesilir. Yapamadığımız birçok fiil için şehitlerimizin ruhu inciniyor. Şehit olduklarında arkalarından birkaç hamasi nutuk atıyoruz, kanınız yerde kalmayacak diyoruz ama daha sonra kaldığımız yerden hayata devam ediyoruz.
15 Temmuz’da 251 insanımızı acımadan katleden ve 2300 insanımızı yaralayan FETÖ denen İblis’i yapıya yönelik mücadele ise neredeyse durma noktasına geldi. Birkaç gayretli emniyet mensubu, savcı ve hâkimin yürüttüğü soruşturmalarla FETÖ iblisi ile mücadele etmek ve bitirmek şimdilik mümkün görünmüyor. Çünkü FETÖ denilen iblisi yapı maalesef yeterince anlaşılabilmiş değildir. Bu yüzden hâlâ hatalı metotlarla sözde mücadeleye devam ediyoruz.
FETÖ Bukalemun gibi zaman ve zemine göre renkten renge girebilen bir örgüttür. Bu sebeple 2000’li yıllarda bu yapıyı tanımlamak için “BUKALEMOON TARİKATI” tamlamasını kullanmıştım. FETÖ takiyyeci stratejisi sayesinde yüzüne bazen siyasal İslamcı, bazen milliyetçi, bazen nurcu, bazen tarikatçı, bazen laik, bazen liberal ve hatta bazen sol maskeler takabiliyor.
FETÖ’nün siyasal ideolojisi olmaz, partisi, tarikatı, cemaati olmaz. Ama FETÖ zaman ve zemine göre her türlü ideolojiyi, tarikatı, cemaati, partiyi kendi emelleri için kullanmada oldukça mahirdir. Bu anlamda kullanmayacağı düşünce, değer yoktur. Deşifre olmadığı dönemlerde bunu muazzam biçimde uygulama sahasına koyuyordu. Mesela Abant Toplantıları bunun en çarpıcı yapılanmalarından biriydi. FETÖ Abant toplantıları ile ülkedeki sermayeyi, siyasal İslamcıları, Kürtleri, Alevileri, milliyetçi, liberal ve düşünceyi kontrol etmeyi hedeflemişti. Abant’ta işlenen bazı konu başlıklarına bakıldığında (1998’de “Laiklik ve Din”, 2000’de “Demokratik Hukuk Devleti”, 2002’de “Küreselleşme”, 2003’te “Savaş ve Demokrasi”, 2004’te “İslam, Laiklik ve Demokrasi-Türk Tecrübesi”, 2008’de “Kürt Sorunu: Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak”) FETÖ’nün hedefi gayet net olarak görünür. Bu stratejisi sayesinde nice siyasal İslamcıyı, milliyetçiyi, liberalisti, aleviyi, Kürk aydınlarını (Kimini para ile kimini kadın ile kimini makam ile aldatarak) adeta kendine bende etmişti. Ancak ne yazık ki şimdiye kadar bu Abant toplantıları hakkında bir soruşturma açıldığına dair bir bilgim yok.
Bugün gelinen noktada devasa bir mücadele verildiği söylense de FETÖ hala aramızda ve yeniden yapılanma faaliyetlerine devam ediyor. Bu gerçeği bizzat devletin yaptığı araştırmalar ortaya koyuyor. FETÖ’nün yeniden yapılanma çalışmalarına yönelik yapılan bazı operasyonlar da bu şeytani yapının hala aramızda faaliyette bulunduğunun en açık göstergesini oluşturuyor.
FETÖ denen iblisi yapı ne yazık ki yurt dışında da en az 150 ülkede hala faaliyette bulunuyor. Yurt dışı mücadele ayağının yeterli olmaması ve örgütün bütün üst düzey yöneticilerinin yurt dışında olması (Hepsinin ülkeden kaçmasına sanki alan açıldı.) bu faaliyetleri cesaretlendiriyor. Halbuki devletimiz o hainleri bulundukları ülkelerde domuz topu yapıp, ülkeye getirip gereken cezayı verecek kadar büyüktür. Devleti yönetenlerin bu potansiyel gücü kullanmamalarının altında ne gibi sebepler yatıyor, incelenmesi gereken bir meseledir. Kim bilir belki de devlet, hükümet çine çöreklenmiş kripto FETÖ militanları buna engel oluyordur.
Geçtiğimiz aylarda Wagner Rusya’ya karşı isyan etmiş ve sonra vazgeçmişti. Ama aradan geçen kısa zaman sonra Wagner’in lideri bir uçak kazasında öldü/öldürüldü. Bunu Putin’in yapmadığını kim söylerse söylesin asla inandırıcı olamaz. Putin devletine karşı işlenen hainliğin cezasını kısa zamanda en üst seviyede verdi ve suçluları cezalandırdı. Peki, biz ne yapıyoruz? 40 bin insanımızın katilini İmralı’da beslediğimiz gibi 15 Temmuz’da ülkeye karşı tarihin en büyük ihanetini yapanları cezaevlerinde besliyoruz. Onların mahkemelerde Türk devletine karşı meydan okumalarını ve tehditlerini seyrediyoruz. İnsan hakları deyip hainlere cesaret veriyoruz. İdam yasasını kaldıranların bu millete en büyük ihaneti yaptığını bu hadiselerle bir kez daha görüyoruz. Devlete ve millete karşı işlenen hainlikler karşılıksız kalınca yeni suçluları da cesaretlendirmiş oluyoruz. Darbeciler hakkıyla ceza almayınca neredeyse her on yılda bir yeni darbeciler çıkıp alçakça metotlarla ülkenin her türlü sistemini alaşağı ediyor.
Artık bu kötü gidişe dur deme zamanı gelmedi mi?
Millet olarak bu durumu düzeltmek elimizdedir.
Allah (cc) ayetinde, “Siz kendi elinizde olana düzeltmediğiniz müddetçe ben sizin elinizde olanı düzeltmem.” Diyerek bizi ikaz ediyor. Topyekûn millet olarak uyanıp İslami, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik, dini vs. alanlarda PKK, FETÖ, DAEŞ vb. terör örgütleri ve potansiyel terör örgütü olmaya aday tarikat ve cemaatlerle mücadeleyi en üst seviyede sürdürmeliyiz. Aksi halde ülkemizin geleceğimizden bahsetmek mümkün olmayabilir.
Bu millete en büyük ihaneti yapanlar, kanımızı emen, din, mezhep, meşrep, ideoloji ayırt etmeksizin istisnasız Allah ile aldatarak hepimize zarar veren, 40 senedir 40 bin insanımızı acımadan katleden, bu şer şebekelerine, terör örgütlerine karşı mücadelede herkesin elini taşın altına koyma zamanı geldi de geçti bile. Başka çaremiz yok. Ya millet olarak bu habis urları bünyemizden söküp atacağız ya da tarihin sayfaları arasında kalan bir devlet/millet haline geleceğiz.
Yukarıdan beri anlattıklarımla karamsar bir tablo çizsem de gerçek bu ne yazık ki. Tedbirimizi almaksak sonuçları çok ağır olacağı benziyor. Osmanlı’nın son yıllarında yaşanan hadiselerle bizdekilerin örtüştüğünü görmek için uzman olmaya gerek. Yok. Osmanlı habire toprak kaybederken yöneticilerinin lüks bir hayat içinde yaşadıklarını tarih kitapları yazıyor. Yine Emevilerin yıkılma döneminde yaşadıklarına bakarsanız bizimle paralel olduğunu görürsünüz. Millete kemer sıkın diyenlerin önce kendileri kemer sıkıp, lüks yaşantılarından fedakarlık(!!!) yapmaları gerekmez mi?
Evet, ben ülkemde yaşanan bütün bu karamsar tablolara rağmen ümitliyim. Şu gelecek inkılaplar içinde en gür ve yüksek sesin Müslüman Türklerin sesi olacağına ümidim sonsuzdur. Ama bizim de bunu görmemiz için sebepler dairesince gereken çalışmaları yapmamız olmazsa olmaz bir şarttır. Topyekûn millet olarak, devlet yöneticileriyle, işçisiyle, profesörüyle, kadınıyla, erkeğiyle bir seferberlik yapıp, yeni bir “Kurtuluş Savaşı” başlatmak zorundayız. Etrafımızı saran iç ve dış habis urlar, terör örgütleri gövdemizi yok etmeden bir onların kökünü kurutmalıyız.
Bu işe TBMM’de idam yasasını yeniden getirerek ve PKK, FETÖ, DAEŞ gibi vatan hainlerini beslemekten vazgeçerek başlayabiliriz.
Hadi bismillah!