Günümüz insanı ve bahusus Müslüman’ı paradokslar içinde yuvarlanıp duruyor. Bir yandan inandıklarına uygun yaşadığını zanneden inanmış insanlar; diğer yandan farkına varmadan inandıklarının zıddına hareket eden milyonlar!!!

Kur’an’ın, “Kat kat zalim ve kat kat cahil” diye tarif ettiği insan, bir yandan inandım derken, diğer yandan “karşıyım, kabul etmem asla mümkün değil” dediği fikirleri farkına varmadan savunabiliyor.

Bunun örnekleri özellikle ülkemizde o kadar çok ki!

Mesela; kendilerini “Ehli Sünnet” diye tarif eden çok büyük bir kitle inanç itibarıyla Vahdet-i Vücut düşüncesini kabul etmediklerini söylerler. Hatta Ehli Sünnet düşüncesinin kalesi saydıkları İmam-ı Rabbani Vahdet-i Vücut’a karşı Vahdet-i Şuhut düşüncesini geliştirmiş ve Vahdet-i vücutçuların “Fenomenlerin birliği” ilkesini reddederek “Fenomenlerin ayrılığı” ilkesini ikame etmiştir. Ancak ne yazık ki bugün kendini Ehl Sünnet ilan eden akım ve tarikat Vahdet-i Vücut inancını yaşantılarının temeline yerleştirmişlerdir. Bu tam anlamıyla bir paradokstur.

Aynı durumu Şia, Mutezile vb. Ehli Sünnet dışındaki İslami mezhep mensuplarında da görmemiz mümkündür. Maalesef inandıkları ile yaşadıkları, yaşadıkları ile inandıkları arasında büyük tezatlar vardır.

Yine mesela bugünlerde gündemde olan bir Adnan Oktar vakası var. Hangi uluslararası istihbarat örgütünün adamı olduğu herkes tarafından bilinen bu zevatı “Hoca” diyerek yıllarca “İslamcı” kesim beslemeyi, desteklemeyi sürdürmüşlerdir. Hatta Adnan Oktar’ı “İslamcı” denilen gazete ve cemaatler meşhur etmiştir. Adnan Oktar’ın kitaplarını promosyon olarak veren, fikirlerini gazetelerinde reklam karşılığı boy boy yayınlayan İslamcı gazete ve televizyonların şimdilerde aleyhinde atıp tuttuklarına bakmayın. Yarın Adnan Oktar dışarı çıkıp bunlara reklamı verince söylediklerini unutup yeniden beslemeye ve desteklemeye devam ederler. Yaşananlar tam anlamıyla bir paradokstur.

Bu durum bir iddia değil yaşanan bir durumun tespitidir. Yine İslamcı gazete ve televizyonların para karşılığı meşhur ettiği “Jet Fadıl” denilen Fadıl Gündüz iki kez insanları dolandırmış olmasına rağmen 15. Temmuz’un 2. Yıldönümünde İslamcı bir gazete ile hükümet yanlısı başka bir gazetenin sayfalarında “15 Temmuz Şehitleri adına falan otelde yer alana 15 yıl devre tatil bedava” gibi bir reklamla kendisine yer bulmuş ve yeni insanların dolandırılmasına adeta çanak tutmuşlardır. Lafa gelince mangalda Müslümanlık adına kül bırakmayan bu mahut gazetelerin böyle bir yanlışa para karşılığı da olsa yer vermeleri kendileri ile bir çelişkidir, paradokstur.

Yine en çok paradoks yaşanan meselelerden biri de 15 Temmuz kanlı darbe girişimini yapan Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) hakkında yaşanmaktadır. Başta Erdoğan olmak üzere devlet ve hükümet FETÖ ile mücadele ediyor ama bir yandan da FETÖ ile ne kadar iltisaklı adam varsa onları görevlendirmekten çekinmiyorlar. 24 Haziran seçimlerinde gösterilen adaylar içinde geçmişte Pennsylvania’ya gidip FETÖ lideri Gülen’in elini öpen olması ve vekil seçilmeleri tam anlamıyla bir paradokstur. Bir yandan FETÖ ile küçük bir bağı keşfedilen nice insanları devlet haklı olarak kademelerinden kovarken diğer yandan FETÖ’nün elini öpmüşleri vekil yapmanın mantığını anlamak neredeyse mümkün görünmemektedir.

15 Temmuz’a kadar FETÖ’nün terör örgütü olduğunu kabul etmeyen ve bunu medya önünde “Bana ahmak diyebilirsiniz ama ben FETÖ’nün 15 Temmuz’a kadar terör örgütü olduğunu kabul etmedim” diyen Bülent Arınç’ın oğlu 24 Haziran seçimlerinde milletin gözünün içine sokulurcasına İstanbul milletvekili seçtirilmiştir. Arınç’ın damat olayını ise hiç hesaba katmıyorum.

Yine iddialara göre yeni atanan Milli Eğitim Bakanı’nın kardeşinin geçmişte Kozmik Oda baskınını yapan ve tutuklanan sanıklar arasında olduğu iddia edilmektedir. FETÖ ile mücadele var ama geçmişte FETÖ ile ne kadar iltisaklı kişi varsa yeni hükümette onlar da var.

ANAP döneminin kudretli bakanlarından Ekrem Pakdemirli yıllarca Gülen’in en yakınında bulunan isimlerden olmuş ve çocuklarını da FETÖ’nün emrine vermiştir. Büyük oğlu Mehmet Pakdemirli Celal Bayar Üniversitesi Rektörü olmuş ve burayı FETÖ’nün kalesi haline getirmiştir. Çocukluğundan beri Gülen’in yanından ayrılmayan Mehmet Pakdemirli (Sami Polatöz ismiyle örgütün yayın organı Sızıntı dergisinin devamlı yazarıdır) halen tutuklu bulunmaktadır. FETÖ’nün prenslerinden Mehmet Pakdemirli’nin kardeşi Bekir Pakdemirli (Doktorasını FETÖ’cü abisinin rektör olduğu üniversitede yapan Pakdemirli’nin liseyi nerede okuduğunu bir türlü bulamadım. Google’de bile bu hususta bilgi yok ya da silinmiş!) yeni başkanlık sisteminde Tarım ve Orman Bakanı olarak atanmıştır. Ailesi tamamen FETÖ’nün hizmetinde olan ve FETÖ’nün prenslerinden biri olduğu iddia edilen Bekir Pakdemirli’nin bakan olarak atanması tam anlamıyla bir paradokstur ve bunu akılla mantıkla izah etmek mümkün görünmemektir.

Yine mesela FETÖcülerin yargılandığı mahkemelerde bazen öyleleri tahliye ediliyor ki, insan ister istemez, “Eğer bu kişi de tahliye edildiyse hiçbir FETÖ’cü içeride yatmamalı.” diye düşünmekten kendini alamıyor. Bir de buna para karşılığı tahliye edilen bazı Fetöcüler var ki insanın küçük dilini değil büyük dilini bile yutması işten bile olmuyor.

Başka bir paradoks ise geçmişte Savunma bakanlığında yaşanmıştı. İstanbul Defterdarı iken FETÖ ile ilişkisi oldukça fazla olan Milli Savunma eski Bakanı 2018 yılının ortalarında “TSK’da FETÖ bitti” diye bir açıklama yapmış; ancak o gün bir savcı 167 TSK mensubu hakkında tutuklama kararı çıkarmıştı. Yine ardından aynı Milli Savunma Bakanı, “TSK’da 3 bin FETÖ’cü keşfettik. Ağustos’ta atacağız” diye garip bir açıklama yapmayı da ihmal etmemişti!!! Bir yandan “TSK’da Fetöcüler bitti” derken diğer yandan 3 bin kişinin olduğunu açıklayan Bakanın paradokslar içinde yüzmediğini kimse iddia edemez.

Paradoks yaşanan sözlerden biri de “Mü’minler kardeştir.” Ayetidir. Bir yandan inancının gereği olarak Allah(cc)’ın ayetini ilan edeceksin ama bunu icraata dökmeye çalıştığında tam zıddını yaşayacaksın. Bugün maalesef “Mü’minler kardeştir” ayeti Müslümanlar arasında romantik bir söylemden öteye gitmemektedir. Mesela bir Müslüman zenginin yanında paraya ihtiyaçtan bahsetsek hemen banka kredilerini salık veriyor. Lafa gelince de bankadan para almanın faiz olduğunu ifade etmekten de çekinmiyor. Ardından da “Allah (cc) yardımcın olsun.” demeyi de asla ihmal etmiyor. Be adam neden hep “Allah yardım etsin” diyorsun. Biraz da sen yardım etsene. Allah (cc) senin yardım edip ve sevap kazanmanı diliyor olmalı ki o ihtiyaç sahibi Müslüman’ı senin yanında konuşturuyor.. Sen ise ayağına kadar gelmiş o fırsatı tepiyor ve bankalara havale ediyorsun.

Yine yıllarca başörtüsü dene dene başlar örtüldü ama vücudun bütün yerleri açılmaya başlandı. Günümüzde mini etekle, taytla gezen başörtülü kızlar bile var artık! Bu bir Müslüman’ın inandıklarıyla tezat yaşamasından başka bir şey değildir. Başörtü meselesini diğer ibadetlere de teşmil ettiğimizde sonuç değişmiyor ve gırtlağına kadar paradoks içine düşmüş Müslümanlar çıkıyor karşımıza.

Hâlbuki Kur’an’ın tarif ettiği ve Resul’ün (sav) hayatında gördüğümüz Müslüman, “içi dışı bir, özü sözü doğru, sözünde duran, hayatında çelişkiler çok az olan, yalan söylemeyi imanın gitmesi olarak gören, zulmü alkışlamayan, zalim kim olursa olsun karşı çıkan, mazlumun dinini sormayan, haram yemeyen, kul hakkı konusunda son derece hassas davrana vs.vs” insandır.

ŞİMDİ DÖNÜP HAYATIMIZA BAKALIM: NE KADAR PARADOKS İÇİNDEYİZ? NE KADAR MÜSLÜMANIZ?

BUYRUN HERKES MUHASEBESİNİ YAPSIN VE GİDİP SONUCUNU ALLAH’(CC)A ARZ ETSİN.

BİZ SADECE BİR HATIRLATICIYIZ.