Seçim yaklaştıkça siyasi rekabet kızışıyor. Bazen öyle laflar ediliyor ki demokrasi ile telifi mümkün değil. Geçen yazımda Sn Akşener'e yönelik tehditlerden bahsetmiştim. Şimdi de bir suç makinesine dayanarak Millet İttifakının Ankara adayı Mansur Yavaş'ın üzerine gidiyorlar. Siyasal İslam hayatımıza girdiğinden beri ahlaksız siyaset de gündemimize girdi. Halbuki, tam tersi olmalıydı değil mi, ama olmadı. Çünkü dindar olmakla siyasal İslamcı olmak aynı şeyler değil. Birincisi ahlakı öne çıkarırken, öteki siyasi çıkarı öne çıkarır.
Lakin bu siyaset tarzı seçim dönemine mahsus bir durum değil, neredeyse konuşan herkesi suçlu ilan edecekler. İktidar, kendinden olmayan herkese düşman muamelesi yapıyor. Muhalefet sadece rakipleri ile uğraşmıyor, yalana, iftiraya, baskıya, tehdide karşı da mücadele ediyor. Bütün medyanın iktidarın kontrolünde olması bile yetmiyor, mümkün olsa muhalif olan herkesin ağzını bağlayacaklar.
Ömer Çelik'in Mansur Yavaş'a yönelik iddialarını bütün TV'ler canlı verdi, Yavaş'ın cevaplarını ise televizyonlar vermedi. AKP geldi bu ülkede adalet, merhamet, demokrasi ve ahlak bitti. Birine bir suç atılıyor kendisini savunmasına bile izin verilmiyor. Bütün bunlar adım adım demokrasiden, çoğulcu bir yönetimden uzaklaştığımızı gösteriyor. Bunun bir adım ötesi Arabistan gibi aile yönetimidir. Seçimlerin anlamsız hale geldiği, demokratik kanalların tıkandığı, eleştirinin yasaklandığı bir Türkiye. Buna hiç birimiz razı olmayız, eyvallah da etmeyiz.
Bugün öyle bir noktaya geldik ki seçimde demokrasi ile totaliterizm, milletin yönetimi ile tek adam yönetimi, aile devleti ile milletin devleti arasında tercih yapmak durumundayız. Mesele belediye başkanlarını seçmenin çok ötesine geçmiştir. AKP herkes sussun, kimse konuşmasın biz ne yaparsak herkes alkışlasın istiyor. Bizim yanlışa, baskıya, demokrasiden uzaklaşmaya bir alkışımız olamaz. Böyle bir Türkiye'ye yol da vermeyiz. Türkiye bir kişiden de bir partiden de büyüktür.
Sn Akşener ile ilgili yazıma müspet menfi tepkiler aldım. Yazarken hiç beğenilmek kaygısı taşımadım, hep ülke millet endişesi içinde oldum. Kişisel meselelerle ülke meselelerinin çatıştığı yerde hep ülkemi, milletimi, inançlarımı tercih ettim. Şimdi yine öyle bir yol ayrımına geldiğimi hissediyorum. Türkiye planlı olarak susturuluyor, demokrasinin yerini otoriter bir yönetim alıyor, böyle bir durumda kiminle problemim var ona göre tavır alayım diye hesap yapılmaz, kim doğru yerde veya doğruya yakın duruyor ona bakılır. Yaptığım değerlendirme muhalefetin daha doğru, daha demokrasiye uygun bir noktada durduğunu gösteriyor. Bir taraf bağırıp çağırarak herkesi susturmaya çalışıyor, öteki taraf kısıtlı imkanlarla sesini duyurmaya çalışıyor. Tabiri caizse iktidar devlet gücünü de arkasına alarak muhalefeti alabildiğine dövüp hırpalıyor. Ülkücü tavır bu gibi durumlarda dövülene yardım etmeyi gerektirir. On kişi bir kişiyi döverken o on kişi ile olmak zillet, o bir kişiyle olmak fazilettir. Bizim ve benim yolum fazilet yoludur. Türkiye'nin her yerindeki -ülkücü adaylara- parti ayrımı yapmadan desteğim tamdır, ama siyaset olarak da despotluğun, dayatmanın tehdidin karşısında demokrasi mücadelesi verenlerin yanındayım. Söz konusu millet olunca bütün şahsi hesaplar ertelenir, milletin hesabına bakılır.