Mezopotamya bölgesinde yer alan Suriye, Orta Doğu bölgesinin tüm özelliklerini bünyesinde taşımaktadır. Dini, kültürel, dilsel, etnik ve mezhepsel birçok farklılığı barındıran bölge, 2011 yılında patlak veren olayları ile birlikte söz konusu farklılıklar, savaşın ve çatışmanın temel motivasyonu ve itici gücü olmuştur. Bu farklılıklar, küresel emperyal güçlerin ilgisini çekmiş ve bölge ile ilgili projeleri için önemli fırsatlar oluşturmuştur.
Suriye'de meydana gelen iç savaştan dolayı doğan otorite boşluğundan faydalanan yerel ve küresel terör örgütleri, varlıklarını meşrulaştırmak için her türlü yola başvurmuşlar ve başvurmaya devam etmektedirler. Bu terör örgütlerinin arayışları, emperyal güçlerin de işine gelmiş ve sokağa inen halkların demokratik talepleri yerini bölgenin idari olarak parçalanmasına ve yer altı zenginliklerinin taksimatına giden sürece bırakmıştır.
Suriye, yalnızca bir kara parçası olarak görülmemelidir. Zengin petrol yatakları ile çeşitli maden ocakları yanında Doğu Akdeniz'de son dönemde bulunan hidrokarbon yatakları ile önemli bir enerji istasyonu haline gelmiştir. Türkiye'nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika ile karasal bağlantısını sağlayan Suriye, toplumsal, güvenlik, politik, ekonomik ve enerji konuları bakımından Türkiye'nin geleceğini yakından ilgilendirmektedir.
Suriye'nin savaş dolayısıyla sahipsiz kalması üzerine küresel güçler, yerel taşeronları ile birlikte ülke zenginliklerini kendi aralarında paylaşmaya koyulmuşlardır. Rusya, Akdeniz'de askeri üsler kurar iken ABD ülkenin kuzey doğusundaki petrol yataklarına çökmüştür. Bu taksimat içerisinde Iran kendine pay çıkarmaya çalışmakta ve değerli maden ocaklarına el koymak için çabalamaktadır. Esat ile PKK ise varlıklarını devam ettirmek için ülkeyi satmaktan ve peşkeş çekmekten zerre kadar tereddüt bile etmemektedirler.
Suriye'deki savaş er ya da geç bitecektir ama bu savaşın kaybedenleri olduğu gibi kazananları da olacaktır. Bu süreçten karlı çıkacak taraf, uzun soluklu plan ve programlı olanlar olacaktır. Bu tarafların kendi içinde barışık oldukları gibi dış dünya ile diyalog içerisinde bulunmaları, zafere giden yolun temel taşları olacaktır. Ancak Türkmen siyaseti, bu gerçeklerden çok uzak kalmıştır.
Suriye savaşı içerisinde kaptansız yol almaya çalışır iken Türkmen siyaseti, pusulasını yitirmiş ve rotası belli olmayan bir meçhule doğru gitmektedir.
Suriye Türkmenleri adına hareket eden ve makbul görülen kişiler, birilerini beceriksizliklerini ve karanlık işlerini perdelemenin yanında Suriye Türkmen siyasi teşekkülleri de kendi içinde düştüğü ihtilaf ve boşluktan dolayı, Suriye gündeminden uzaklaşmış ve gelecek adına vaat etmenin ötesinde var olan umutları bile tüketmektedirler. Ülke paylaşır ve ipotek altına sokulur iken Türkmen siyaseti, siyaset ve sahadan bihaber olması, Suriye geleceğinde herhangi bir yerde olma iddiasını önemli bir ölçüde kaybettiğinin en belirgin göstergeleridir.
Suriye coğrafik olarak paylaşılmış ve sıra siyasi olarak paylaşma noktasına gelmiştir. Suriye'nin 2011 yılı öncesine döneceğini kesinlikle öngörmüyorum. Suriye'nin geleceği, arzu etmesem dahi federatif bir yönetim şeklinde aranmaktadır. Batılılar, Hıristiyanlıktaki teslis inancında olduğu gibi el attıkları her yerde ülkeyi üçe bölmektedirler. Bu sebeple Suriye de coğrafik olarak değil ama idari olarak üçe bölünmeli görüşü her geçen gün o cenahta daha fazla kabul kazanmaktadır. Kürtlere kuzeydoğu, Nusayrilere Şam, Humus ve Akdeniz şeridi, Sünni Araplara ise iç bölgeler ve Halep'in verilmesi öngörülmektedir. Türkmenler mi! Bırakın denklemin ve taksimatın içinde yer verilmesine, umurlarında bile değiller.
Türkmen siyasi kurumları, kısır bir döngünün içine sokularak siyasi bir kimlik inşa edemediği gibi var olan kurumlar, kurumsallaşma yerine tek adam rejimine dönüştürülmüştür. Kişisel kariyer peşinde olan bürokratlar ile kişisel ikbal peşinde koşan egoist Türkmen kişi ve çevreleri, Türkmen siyasetini zora soktuğu gibi Suriye siyasetinde ve sahasında Türkmen varlığını pasifize etmiş ve gelecek projeksiyonları dışında tutulmasına neden olmuşlardır. Zira Türkmenlere en büyük zulüm, figüran gibi kullanılıp başlarına bizden ama bize ait olmayan en cahil, en ayyaş ve en aşağılık kişileri dikerek vermek olmuştur. Bir toplumla böyle oynanmamalı idi.