Türk Târih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Refik Turan, 9 Ağustos 2018’de AA’na yaptığı açıklamada antlaşmaların, devletlerarası karşılıklı kabûle ve imzâ altına almaya dayalı belgeler olduğuna işâret ederek Sevr’in bir antlaşma değil, belge olduğunu; yeni müfredatta belge olarak anılması için girişimde bulunacaklarını söyledi. Açıklamasından bir bölüm şöyle:
"Sevr, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve hattâ Osmanlı açısından asla bir antlaşma seviyesine gelmedi. Ama târih içerisinde 'Sevr' diye bir vak’a yaşandı. Bugün de bâzı temel meselelerimizi anlamamız için arada mutlaka atıf yapmamız gereken karanlık târihî olaylardan birisi Sevr'dir. Sevr, birtakım büyük güçlerin niyetlerini, o niyetlerin aradan 100 yıl geçse bile değişmemiş olmasını gösteren bir belgedir."
Bu açıklamaya en sert tepkiyi, Habertürk yazarı Murat Bardakçı verdi:
“Sevr andlaşma değildir, onaylanmadığı için geçerliliği yoktur, sâdece bir belgedir” deniyor! Bu iddiâ, ayıptan da öte bir cür’ettir! Yakın târihimiz konusunda senelerden buyana zâten dünya kadar palavra atıyoruz; şimdi de ‘Sevr, andlaşma değildir; sâdece bir belgedir.’ gibisinden komiklikler ilim dünyâsını tebesümlere garkedecek ve birkaç nesil sonrasının ciddî târihçilerinin gözünde komik, zavallı ve âciz bir vaziyete düşeceğiz!
Türk Târih Kurumu’nun Başkanı ve Selçuklu târihinin üstâdı Prof. Dr. Refik Turan kusura bakmasın ama târihi perişan, İstiklâl Harbi şehidlerinin ruhlarını da muazzep eden böyle saçmalamaların Türk târihçiliğinin üzerine utanç verici bir yafta gibi yapıştırılmasına devletin târihi araştırmakla görevli en önemli kurumunun asla ama asla hakkı yoktur!” (12 Ağustos 2018-Habertürk)
Bardakçı, konu hakkında Şahbaba’da yazdıklarının hatırlatılması üzerine 27 Ağustos’da bir yazı daha kaleme aldı ve kendisini savundu. İlginç olan şu ki Refik Turan’a karşı çıktığı ilk yazısında “Sevr Antlaşması” ifâdesini cömertçe kullanırken ikinci yazıda sâdece “Sevr” diyor. Yazının başlığı ise “Anlama zorluğu çekenler için basit bir Sevre izahı”
Mâdem öyle, yazsana “Anlama zorluğu çekenler için basit bir Sevr Antlaşması izahı” diye.
Dahası, yazının bir yerinde “utanç belgesi” diyor. Hizâya gelmiş ama yiğitliği de elden bırakmıyor.
Şimdi 15 yıl geriye gidelim.
İsveç'te ‘‘Sevr, Lozan'ın yerini almalıdır’’ diye saçmalayan bir gürûha cevap veren Bardakçı, TTK Başkanı Prof. Dr.Refik Turan’ın söylediklerinin aynısını yazmış. Yazı internette var. Sâdece şu kısmı dikkatinize sunuyorum.
“Sevr'in tatbik edilememesinin temelinde yatan en önemli sebep anlaşmanın resmiyet kazanmaması ve hukûken geçersiz kalması değil, Mustafa Kemal Paşa'nın başlattığı Millî Mücâdele'nin bu metni siláhla ve kanla yırtmasıdır. Dolayısıyla, şimdilerde birileri Avrupa'da 'Sevr toplantıları' düzenledi diye hukûken varolmamasına rağmen binlerce şehidin kanı pahasına müsveddelerini bile târihin çöplüğüne gönderdiğimiz bir belgenin 'hortlayacağına' inanmak en azından gücümüzü inkár, kendimize güvensizlik ve Sevr'i ortadan kaldırmak için canlarını veren o şehitlerin hâtıralarına saygısızlıktır.” (31 Ağustos 2003-Hürriyet)
Demek ki mesele Sevr değil, TTK Başkanı Prof. Dr. Refik Turan. Önceki yazımda Bardakçı’nın, yazılarına kişisel duygularını nasıl bulaştırdığını îzah etmiştim.
Prof. Dr. Refik Turan, devlet terbiyesi olan saygın bir târihçidir. Göreve geldiği günden beri bir Anadolu evlâdına yakışan dürüstlük, samimiyet ve gayretle çalışmaktadır. Önceki başkanlar gibi yazı aralarına sıkıştırılıp tehdit edilecek akçeli ve algülüm ver gülüm ilişkileri yoktur.
O hâlde ne yapmalı? Ne derse saldırıp çürütmeli. Konuşturmamalı.
Peki tutar mı? Hayâl işte! Ya tutarsa?
Darbesever jeoloji profesörü Celâl Şengör’ü Târihin Arka Odası’na çıkarıp târihî konularda saçmalama cesâreti ver; onun genetikçi tıfıl oğlunu da Orhun Yazıtları uzmanı olarak tanıt; TTK Başkanı konuşunca da “Saçmalamayın!” diye had bildirmeye kalk!
Allah Allah! Bu, ne tür bir elit dayanışması?
….
Murat Bardakçı, 31 Ağustos’da Habertürk’de “İşte meydan burada! Bu palavraların bana âit olduğunu ispat edin!” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Yazının muhâtabı Selim Gürselgil, palavraların yerini, saatini, sâniyesini bulup suratına çarptı ve şöyle dedi:
“Bu bir hâfıza sorunu değil, şahsiyet sorunu! Birisi bir söz ediyor ve iki adım sonra onu yalanlama ihtiyacı hissediyorsa ve bunu sık sık yapıyorsa ve çocuk da değilse, kusura bakmayın ama bundan en çok utanması gereken, ondan 'târih' konuşmasını isteyenler ve onu 'târih' konuşuyor diye dinleyenlerdir.
Daha kendi söylediklerini hatırlamayan adamdan târih mi dinlenir?”
……
Asıl kısmı, sona bıraktım. Gülme garantili.
Bardakçı’nın eski yazılarını okurken Kânûnî hakkındaki bir cümlesi dikkatimi çekti. Buyurun okuyun:
“Şimdi, bu söylenenlerin ben neresini düzelteyim?
Kânûnî Süleyman'ın hiçbir zaman İran seferine çıkmadığını, hep Batı'ya gittiğini mi yoksa Hasan Fehmi Bey'in (yâni, Hasan Fehmi Ataç'ın) Mâliye Bakanlığı'na Millî Mücâdele'nin en karanlık günlerinde değil, büyük zaferden hemen önce, bütün hazırlıkların tamamlanmak üzere olduğu 1922'nin 24 Nisan'ında tâyin edildiğini mi?” (22 Eylül 2002-Hürriyet)
Sözün bittiği yer! Kânûnî, hiçbir zaman İran seferine çıkmamış!
Ne diyeyim?
Adam, Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın sofrasına oturuyor. Onun heyetinde yurt dışına gidiyor.
Cumhurbaşkanımızı uyarmak haddim değil ama bu bir devlet meselesi. Ele güne rezil olmak da var.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Lütfen Murat Bardakçı’nın anlattığı târihî konulara, yetkin târihçilere danışmadan itibar etmeyiniz. Ayrıca bir dediği bir değini tutuyor mu diye arşivine de baktırınız.
Zîrâ hem hâfıza hem şahsiyet sorunu var!