Merâmıma geçmeden evvel Hollywoood’da star kavramının ortaya çıkışını hatırlatmak istiyorum.
Hollywood sinemasında star kavramının hem ekonomik olarak hem de politik olarak özel bir anlamı vardır. 1920’li yıllarla birlikte star kavramının önemi anlaşıldığında rakip film şirketleri, birbirlerine karşı örgütlendiler. Güzellik yarışmaları tertiplendi; hayran mektupları devri başlatıldı. Starların özel hayatları, kamusal ilgi alanına sokuldu.
Gazeteler, çok para kazanan starların özel hayatlarını en ince ayrıntılarına kadar yazmaya başladılar. Evlilikler ve boşanmalar bile ayarlandı. Film yıldızlarının herşeyleri merak ediliyordu. Kaç yaşındaydılar, kiloları kaçtı, formlarını nasıl koruyabiliyorlardı?
Niçin evlenmediklerinden, kullandıkları yüz kremine kadar her şey, seyircinin ilgi alanındaydı. İlk zamanlarda film izlemeye giden insanlar, sonra starların filmini izlemek için sinemaya gittiler. Hayran oldukları film yıldızlarına mektuplar yazmaya başladılar.
1920’li yılların başında, haftada 40 milyon insan sinemaya gidiyordu. Milyonlarca insanın sinema salonlarına akın akın gitmesi ve perdedeki filmden etkilenerek evine dönmesi, çok önemliydi.
Siyâsî otorite, starların halkı etkileme gücünü fark edince bundan yararlanma yoluna gitti. Hükûmet politikasını halka direk anlatmak yerine, filmlerle anlatmak, starların tesîr gücünden faydalanmak, daha etkili bir yoldu.
HOLLYWOOOD ve PENTAGON ELELE
F. Roosewelt, Ocak 1933’de iktidara geldiğinde ekonomik krizin en kötü zamanları yaşanıyordu. Beyaz perdenin tesîrini çok iyi tahlil eden Rooswelt, Hollywood’dan yardım aldı. Warner Bros şirketi, içinde Ginger Rogers, James Cagney, Bette Davis, Loretta Young, Douglas Fairbanks Jr ve diğer yıldızlarıtaşıyan treni, Roosewelt’in açılış konuşması yapacağı 4 Mart gününe kadar ülkeyi dolaşması için Los Angeles'tan 20 Şubat 1933'te hareket ettirdi. Artık Hollywood ve Pentagon eleleydi.
2. Dünya Savaşı’na girmek istemeyen Amerikalılar, 1942’de çevilen Casablanka filmiyle iknâ edildi. Savaş boyunca sinema, politik bir vazîfe gördü. Starlar, askerlere destek için moral gecelerine katıldılar. Japonya’ya atom bombası atmak gibi bir insanlık suçunun savunması, filmlerle yapıldı; hâlâ da yapılıyor.
STARLARIN TÜRKİYE SEVDÂSI (!)
Amerika, sâdece kendi halkını oyalamak için değil, ekonomik ve siyasî ilişkiler içinde olduğu, sömürdüğü ülkelerin halklarını oyalamak için de sinemayı kullandı. Çektiği filmlerde işgâl ettiği ülkelerin kurtarıcısı oldu. Yakıp yıktığı coğrafyalara iyi niyetini (!) göstermek için Hollywood starlarını iyi niyet elçisi olarak gönderdi. Hollywood’u örnek alan Avrupa sineması da aynı taktikleri kullandı.
Birinci Dünya Savaşı’ndan beri Orta Doğu’ya gözünü diken Amerika, Türkiye ile ilişkilerinde de zaman zaman Hollywood starlarını kullanıyor.
İyi niyet elçisi olarak ülkemize gönderilecek yıldızların kültürümüzle ve milliyetimizle yakın bağ kuran söylemleri, gelmelerinden önce basında yer alıyor. Bu söylemler, o kadar etkili oluyor ki bâzen kendileri bile gördükleri ilgiye şaşırıyorlar. Film festivallerinde, Türkiye aleyhine filmlerde rol alan artistlere “onur ödülü” veriliyor. İslâm’a ve Türklüğe yakınmış gibi davrananların Müslüman olduğu haberleri yayılıyor. Starlar, Amerikan adâletini ve merhametini anlatma vazîfeleri bitince ülkelerine dönüp eski hayatlarına devâm ediyorlar.
JOHNSON, MEKTUB YOLLADI; HOLLYWOOD İSE KİRK DOUGLAS’I
Hollywood'ın gelmiş geçmiş en başarılı aktörlerinden biri olan Kirk Douglas, ününün dorukta olduğu 1964 yılının sonlarında Amerika'nın "iyi niyet elçisi" olarak Türkiye'ye geldi.
“Şampiyon”, “Karakolda” ve “Spartaküs” gibi filmlerde başrol oynayan Doglas, dönemin en önemli yıldızlarından biri olarak ülkemizde büyük ilgi gördü; kibarlığı ve sempatik tavırlarıyla herkese kendini çok sevdirdi; özellikle genç kızlar, kendisinden imzâ alabilmek için yarıştı.
Çocuk yıldız Ayşecik (Zeynep Değirmencioğlu), “Bir daha hiç yıkanmayacak” sözü vererek, Douglas'ın, eteğine imzâ atmasını sağladı. Üç gün sonra Prodüktörler Cemiyeti'nin onuruna düzenlediği yemekli toplantıda, çekiciliğinin doruğundaki Neriman Köksal, ünlü aktörden sıcak bir öpücük koparmayı başardı.
Ancak aynı gece Douglas’a en ilginç teklif Fatma Girik'ten geldi. Girik, yakışıklı film yıldızından, dekoltesinin açıkta bıraktığı göğsüne imzâ atmasını ricâ etti. Centilmenliğinden tâviz vermeyen Douglas ise bu câzip teklifi kibarca reddedip, Fatma Girik’in sağ kolunu imzâlamakla yetindi.
Douglas’ın ziyâreti, bunlarla sınırlı kalmadı. Başbakan İsmet İnönü'yü de evinde ziyâret ederek şöyle dedi:
“Gerçek dünyâyı yöneten bir kişiyle görüşmek, hayâl dünyâsının bir kişisi için büyük onur.”
İsmet Paşa, bu jeste şöyle karşılık verdi:
“Sanatçılar, birbirleriyle her yerde karşılaşabilirler.”
İlginç olan şu ki Kirk Douglas’ın Türkiye ziyâreti, Türk-Amerikan ilişkilerinin Johnson Mektubu sebebiyle gerildiği bir dönemde gerçekleşti.
BU SENE KİM GELİR?
İşte böyle aziz okuyucu.
Sâdece Brunson gibiler değil, Hollywood ajanları da ülkemizde cirit atıyor.
Ne idüğü belirsiz Huck Jackman geliyor,”Ben Osmanlı torunuyum.”diyor.
Kapadokya’da garip filmler çeken Nicolas Cage geliyor, “Arabamdan seccâde eksik olmaz.” diyor.
Türk düşmanı film çeken Harvey Keitel geliyor, “Namaz kılıyorum.” diyor.
Darbe mesajlı Son Umut filmini çeken Russel Crowe geliyor, Selimiye’yi ziyâret ediyor.
Sapık star Lindsay Lohan geliyor, başını örtüyor, baştâcı ediliyor.
Biz de “Âbi adamlar bizi seviyor.” diye alkışlıyoruz. Tam bir efendi-köle ilişkisi. İşin kötüsü starlarını alkışlayınca her türlü kalleşliği yapan Amerika’yı da affediyoruz.
Bakalım bu sene kim gelecek? Benim tahminim Tom Cruise. Başkası olsa ne fark eder? Hepsi aynı.
Sevgili ajanımız Hunt, Görevimiz Tehlike 6’da üç dinin merkezini nükleer bombadan kurtardı. Baş tacı edilmeyi yeterince hak ediyor. Üstelik Hıncal Uluç, “Bizim Tom” diye o kadar övdü ki sanki âilemizden biri gibi oldu. Uluç, Russel Crowe’un hâin filmini de öve öve bitiremiş; necip (!) ve andavallı İslâmcı basın da bol bol reklamını yapmıştı. O zaman “Bu film, Çanakkale filmi falan değil. Bu topraklarda birşeyler karıştıracaklar!” diye feryâd etmiştim. Bir buçuk yıl sonra darbe geldi. Vakitsiz ötersen başını keserler. Gazetemiz de ben de fetöcü oldum. Fetöcülüğümü enseleyen ise 2011’de darbe müjdesi veren “kripto Cem”di.
Hangi star gelirse gelsin, yanına Amerikan merhametinin simgesi başörtülü Lindsay Lohan’ı da alıp pelikancıklarla bir iki tur atarsa ve dahî bir iki devlet büyüğünü ziyâret ederse fevkaladenin fevkinde olur.
Ne de olsa Amerika’yı yine affetmeye hazırız!