Şu Ayasofya işine fazla takılmayın. Son barutunu atmış iktidarın ekmeğine yağ sürmeyin. Hayırlı olsun deyin, geçin gidin ki siyasete gündem mezesi olmasın. Bu karara muhalif ya da muvafık olsanız da akılcı düşünelim. Çünkü bu karar ile Ayasofya açılınca laiklik elden gitmiyor. Nasıl ki kısmen ibadethane kalanı müze olduğunda din elden gitmediyse, gene sonuç değişmiyor. Ama soyut değer tartışması içerikli siyaset iktidarın işine yarıyor.
Ülkenin uzun süren tek parti iktidarında kötü yönetimden kaynaklı ekonomi odaklı devasa sorunları var. Bunları düşünelim, sabırla ve ısrarla ortaya koyalım, gündem yapalım. Halkı daha iyi yönetilmesi gereğine ve yönetebileceğimize ikna yolunda çaba harcayalım. Sandıkta siyaseti değiştirecek gençlerimizi muhatap alıp enerjilerinden yararlanarak sosyal medyayı etkin kullanıp sonuç almaya çalışalım. Bakınız ülkenin her alan ve sektöründe büyük bir ekonomik sıkıntı var. İnsanımız iş-aş derdine düşmüş, üstelik bu yalnız Covit19 süreciyle bağlantılı da değil. Bugüne kadar hükumetin izlemiş olduğu ekonomik politikaları ve 2 yıl önce tek adam üzerine kurulmuş bir rejimin icraatları sonucu oluşmuş ve kronikleşmiş bir kriz.
Vergi doğuran gelirler ve tüketim düştüğü için bütçe açığı korkunç düzeyde. Hükumetin bu yıl için öngördüğü rakam (139 milyar) şimdiden aşıldı. Yıl sonu itibariyle 220 milyara ulaşacak. Dahası Merkez Bankası kar ve yedek akçelerini bütçeye aktarmasına rağmen bu korkunç oluştu. Devlet bütçesi delindi, sürekli borçlanarak yama yapmaya çalışılıyor ama dikiş tutmuyor.
TÜİK rakamlarla oynayarak küçültmeye çalışsa da, açıklanan yıllık bazda % 13 civarındaki enflasyon ile dünyanın en yüksek 10 enflasyonu olan ülkesinden biriyiz. Halkın sürekli tükettiği temel gıda ve ihtiyaç maddelerinde enflasyon % 20'lerin üzerinde. MB döviz rezervi gibi diğer bankaların rezervleri de ekside. Toplamda 3 trilyon 258 milyar lira kredi dağıtmışlar, toplanan mevduat 3 trilyon 60 milyar lira. Yani mevduattan 198 bin lira daha fazla kredi dağıtılmış. Kredi ödemeleri bir kaç ay geciktiğinde mali açıdan zorlanacaklar.
Her türlü hamasi duygu yüklemelerine rağmen ahali TL'ye güvenmiyor, o yüzden toplam mevduatın yüzde 52.2'si dövizde. Hane halkının salt kredi kartı borcu 700 milyar lirayı geçti. Diğer kredi borçları ise kat be kat fazla. Ocak-Mayıs döneminde ödediği faiz 32 milyar, batık krediler ise 150 milyar lira. Bankacılık sektörü de hükumetin genel politikaları çerçevesinde yürüyor. Reel sektörün döviz açığı 170 milyar lira. Hükümetin dış borçları veya dövize dayalı borçları zirve yapmış durumda. Uluslararası piyasalarda ülke borçlanma kredi notumuz 480'ler civarında. Halbuki batı ülkelerinin tümünün kredi notu 50'nin altında. Bu yüzden uluslararası piyasalara tefeci faiziyle borçlanıyoruz. Bana ne diyemezsiniz çünkü bu borçların yüksek faizlerini halk olarak biz ödüyoruz.
Türk tarım ve hayvancılığı can çekişiyor, üretemiyor. Artık 'paramız var ki tarım ürünü ithal ediyoruz' da diyemeyiz çünkü döviz darboğazındayız. Pandemi sürecinde gıda da yerli üretimin önemi anlaşılsa da tarlasına küsen çiftçi kolay dönemiyor. Mazot, tohum, ilaç gübre pahalı olunca ürettiğinden kâr da edemiyor. Bugün çiftçimiz 110 milyar liranın üzerinde borçludur. Üretim maliyeti yüksek olunca kazanç azalıyor, borçları ödemekte büyük zorluklar çekiyor. Elinden tarlası, traktörü alınıyor.
Eğitimli gençlerimiz dahil artık kimse iş bulamıyor. TÜİK rakam oyunuyla azaltsa da her evde en az bir gencimiz işsiz. Resmi işsizlik % 13, ama gerçek işsizlik % 20'lerin üzerinde. Çalışma çağındaki nüfus sürekli artıyor ama çalışanların sayısı azalıyorsa orada sosyal patlamaya hazır bir umutsuzluk var demektir. Herşeyden umudunu kesmiş, iş arama şevki bile kalmamış milyonlarca genç işsiz ve umutsuzlar ordusu. Bugün gerçekçi bir ölçümde geniş tanımlı işsiz miktarı 9.5 milyon kişidir.
İşsizlikten en fazla etkilenen, psikolojik olarak ezilen kesim gençlerdir. Genç işsizlik % 25 ve bu bağlamda işsizliğin en büyük sıkıntısını çekenler ise üniversite mezunlarıdır. Günlük siyasetin içinde olmayan gençlerin apolitik olduklarını düşünenler yanılıyorlar. Belki bizim günlük siyaset konuşmuyor, tartışmıyorlar ama ülkemizin adaletsizlik, kadına şiddet, hayvanlara, doğaya kötü muamele, işsizlik, yolsuzluk, yoksulluk gibi toplumun tümünün derdi olmuş sorunlarının farkındalar. Dahası bunları fatalizme yakın bir kadercilik anlayışıyla görmüyor, sistem ve mevcut kötü yönetimden kaynaklandığını da biliyorlar.
Sanal soyut değer tartışmalı gündem de artık halkın ilgisini çekmiyor. Bugün hükumete yönelik eleştirileri sadece muhalefet partilerinin destekçileri değil, daha fazla AKP'ye oy verenler yapıyor. Vatandaş feryat ediyor, 'elim kırılsaydı da oy vermeseydim' diyor. Bu gerçeği görmek ve toplumsal muhalefetin sesi, sözcüsü olmak yerine, aman canım hep öyle derler sonra gider gene AKP'ne oy verirler diyerek muhalefet yapmak akılcı olmadığı gibi doğru da değildir. Anketlerde AKP'nin oy oranı % 30 civarında dolaşıyor. Ben bunun bile çok olduğunu düşünüyorum. Öyle olsa bile her geçen gün aşağı yönlü trend devam edecektir. Yeter ki gündem şehvetine kapılıp iktidarın ekmeğine yap sürecek sanal soyut tartışmaları yok sayıp halkın gerçek gündemine yönelerek eğilerek topluma umut verelim. Slogancılık işe yaramıyor, şimdi akılcılık zamanı..