Batılılar her zaman Türkiye’yi ve Türkleri, Müslüman devletlere model olarak önermişlerdir. Türkiye Batının müttefikidir. Çoğu dindar olan halkının demokratik ve laik rejimle sorunu yoktur. Bilakis Türk milleti kendi farkında olmasa da demokrasiye aşıktır. Türkiye, seçimlere en çok katılım olan ve darbeci askerlerin bütün çabalarına rağmen, sivil hayatı organize edemediği ülkelerin başında gelir. Laiklik, sanıldığından ve ifade edildiğinden daha fazla benimsendiği gibi her geçen gün daha da kuvvetlenmektedir.
Batılıların bölme, parçalama ve kutuplaştırma gayretlerine rağmen başı açığı-örtülüsü, Sünnisi-Alevisi, dindarı-seküler hayat tarzını benimseyeni ve muhafazakarı-liberali beraberce kardeşçe yaşar. (Bir paradoksla karşı karşıyayız. Bizi model olarak gösterenlerle bizi model yapan değerleri yıkmak isteyenler aynı: Emperyalist Batılılar.) Geçmişte toplumsal kesimler arasında sorun yaşanmadı demiyorum, yaşandı hem de çok acı tecrübeler yaşandı ama hamdolsun, aşıldı. Yaşanan sorunların büyük kısmı, vatandaşlar arasında değil, devletle vatandaşlar arasındaydı.
Türkiye, bu boş bir çaba olsa da her zaman model olmaya teşne olmuştur. Zira bir millet, aynı tecrübeleri yaşamadığı ve benzer tarihi birikimlere sahip olmadığı başka bir milleti model olarak benimsese de onun gibi olamaz. Bu kural sadece ayrı milletler için geçerli değildir. Aynı milleti oluşturan halklar içinde geçerlidir.
Türkiye’nin model olarak gösterildiği Türk cumhuriyetlerinde 32 yıl geçmesine rağmen demokrasi konusunda çok az ilerleme kaydedildi. Yerel demokraside hiç mesafe alınmadı desek abartı olmaz. Zira Türkiye’de Tanzimat’tan beri seçimler yapılıyor. Yani 1946 yılında demokrasiye geçildiğinde, Türk halkının yüz yıldan uzun süredir seçim tecrübesi vardı. Oysa Türk ülkeleri ilk seçim tecrübelerini 90’lı yıllarda yaşadılar.
Batılıların Türkiye’yi model olarak gösterme teşebbüsü soğuk savaş döneminde başlar. Arap devletlerine, demokratik ve laik rejimle yönetilen Batılı ve ılımlı Müslüman bir ülke olarak sunulan Türkiye modeli tutmadı. Bağımsız olan Arap devletlerinin tamamı diktatörlük oldu. Arap monarşilerinde demokratikleşme olmadı. Bu başarısız denemeyi, SSCB dağılınca, Türkiye’nin Türk cumhuriyetlerine model olarak gösterme girişimi takip etti. Türk ülkeleri, tecrübelerinden ve ilişkilerinden yararlandıkları Türkiye’yi model olarak almadılar.
Arap baharında Batının önerdiği bir model yoktu. Devrilen diktatörlüklerin yerine demokratik rejimlerin kurulacağını, batı karşıtlığının ve terörizmin biteceğini öngörüyorlardı. Beklentilerinin tam tersiyle yüzleştiler.
İçinden geçmekte olduğumuz süreç daha organik. Batı tandanslı değil ama Batı destekli. Türkiye model değil süpervizör. Türkiye’nin ilk girişimi Somali’ydi. Batının her türlü formülü denediği ama başarısız olduğu Somali. On binlerce kişinin her yıl açlıktan öldüğü, onlarca parçaya bölünmüş ülke, sadece yirmi yılda Afrika’nın örnek ülkelerinden biri haline geldi. Hem birliğini sağladı hem istikrarını hem de kalkındı.
Somali’yi Libya izledi. Batının iç savaş çıkmasını engelleyemediği ve üç parçaya bölünmüş Libya. İç savaşta Rusya’nın desteklediği güçler, başkente 7 kilometre yaklaşmışken yani zafer kazanmak üzereyken, Türkiye müdahil oldu. Bugün bambaşka bir Libya var. Sudan’da henüz sonuç alınamadı ama Türkiye-Mısır-ABD destekli birlikler, Rusya-BAE destekli güçlere karşı nihai zafer kazanmak üzere. Yani Suriye, Türkiye’nin ilk hamlesi değil. Muhtemelen sonda olmayacak.
Batı, Türkiye’yi Somali’ye, Libya’ya, Sudan’a ve Suriye’ye model olarak önermedi. Türkiye’de bu ülkelere rejim ihracı yapmadı. Model olmaya çalışmadı. Türkiye kendisine inanlara yardımcı oldu: bilgisini, birikimini, ilişkilerini aktardı ve aktarıyor. Bu ülkeler iflas etmiş, başarısız ve sorun üreten devletler olmaktan kurtuldular, uluslararası sisteme entegre oldular ve/veya bu yoldalar. Bu tablo sayesinde, Afrika’da birçok devlet Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye önem veriyor.
Bu ülkeler ne Türkiye’ye ne de birbirlerine benzeyecekler. Nasıl ki Libya’nın ya da Somali’nin başkanları model olarak önerilmediyse Colani’de önerilmeyecek. Her ülke rejimini, sistemini, liderini ve yönetim biçimini kendi tarihinden, kültüründen ve geleneklerinden çıkaracak. Batı nasıl Türkiye’ye sıcak bakmasın? Bir tarafta bir haftada kravat takan Colani diğer tarafta her geçen gün kadınların haklarını daha da kısıtlayan Taliban.
Suriye’deki gelişmeleri bu genel çerçeveye oturtarak değerlendirmek gerekir. Batı Türkiye’den rahatsız değil. Bilakis Türkiye’nin süreçte olması HTŞ’ ye kredi açılmasını kolaylaştırıyor. Türkiye’nin devreye girmediği, aktif olmadığı Yemen ve Lübnan gibi ülkelerin hali ortada. Türkiye müdahil olmadan önce Irak, Somali ve Libya’nın ne vaziyette olduğu malum. Bu nedenle Suriye’de hızlı bir iyileşme bekleniyor.
Aslında beklenti, bunun tam tersi olmalıydı. Zira Irak’ta Saddam, Libya’da Kaddafi ve Yemen’de Abdullah Salih devrildikten sonra iç savaş ve terör eylemleri yıllarca sürdü. Ayrıca Suriye’de bu ülkelere göre çok daha fazla silahlı grup ve müdahil ülke var. Nüfus daha heterojen yapıda. Batılı ülkelerin her birinin Suriye’de hesapları, menfaatleri ve beklentileri var. Bu menfaatlerin birbirleriyle ve Türkiye ile çatışması mukadder.
‘’Bu süreçten Türkiye’nin ne menfaati var?’’ sorusu gelebilir akıllara. Türkiye etki sahasını genişletiyor. Irak ve Suriye komşumuz. Onlardaki her sorun bize otomatik olarak yansıyor. Sığınmacılar bunun en güzel örneği. Libya, müteahhitlerimizin en büyük pazarlarından biri oldu. Libya ile imzaladığımız deniz anlaşması hem Doğu Akdeniz’deki enerji sahalarındaki iddialarımızı güçlendirdi hem de mavi vatanı genişletti. Bu anlaşmanın bir benzerini Suriye ile yaptığımızda pozisyonumuz daha da güçlenecek. Irak ile ilişkilerimiz bu seviyelere gelmeseydi ne PKK’yı bu kadar sıkıştırabilirdik ne de Kalkınma Yolu projesi söz konusu olabilirdi.
Türkiye bu süreci yürütürken İran’ın ve Şii Hilalinin akıbetini dikkate almalı. İran’ın tam tersi tavır almalı yani dağıtıcı değil toparlayıcı olmalı. Asla mezhep, din ve rejim endeksli hareket etmemeli.