Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülmekte olan İklim Değişikliği Kanunu Teklifi, bir ilk olma özelliği taşıyor. Bugüne kadar yönetmeliklerle parçalı biçimde yürütülen iklim politikaları, artık tek bir çatı yasa altında toplanacak. “Yeşil dönüşüm”, “2053 net sıfır hedefi”, “iklim adaleti” ve “karbon piyasası” gibi kavramlar birbiri ardına sıralanıyor. Peki bu yasa gerçekten iklim krizine çözüm mü getiriyor, yoksa sadece büyük sermayeye yeni bir piyasa mı armağan ediyor?

Kanun teklifini incelediğimizde çarpıcı bir gerçek ile karşılaşıyoruz: İklim adaletinden, emisyon azaltımından, fosil yakıt bağımlılığından kurtuluştan eser yok. Kanunun neredeyse tüm maddeleri, çevreyi değil karbon kredisini; halkı değil patronları koruma telaşında. “İklim değişikliğiyle mücadele” başlığı altında, aslında bir “emisyon ticareti borsası” kuruluyor. Adı çevreci, içeriği ekonomik.

Yasanın gerekçesi 2053 net sıfır hedefinden bahsediyor, ama metnin hiçbir yerinde bu hedef geçmiyor. 2030, 2040 gibi ara hedefler hiç yok. Hükümetin “yaptık oldu” anlayışı burada da devrede: Sadece kâğıt üstünde bir taahhüt, uygulamada sıfır bağlayıcılık. Hedef var, hesap yok; iddia var, yol haritası yok.

En çarpıcısı ise şu: Yasa, emisyonları azaltmaya yönelik hiçbir zorunluluk getirmiyor. Sanayicilere “kirletmeye devam et ama karbon kredisi al, iş çözülür” mantığı sunuluyor. Fosil yakıtların azaltımı, kömürden çıkış, termik santral kapanışları gibi can alıcı başlıklar yok hükmünde. Yani iklim kanunu denilen bu metin, iklimi korumaktan çok sanayiye yeni bir finansal araç üretmenin yol haritası.

Peki toplum bu işin neresinde? İklim adaleti deniyor ama kırılgan kesimlerin (çiftçi, işçi, kadın, çocuk) korunmasına dair bir tek somut düzenleme yok. Adil geçiş deniyor ama işsiz kalacak madencinin geleceğiyle ilgili tek bir cümle dahi yok. Kamu katılımı, şeffaflık, bağımsız denetim? Yine yok. Bu yasa, yürütmenin ve büyük sermayenin denetimsiz ortaklığının bir eseri gibi duruyor.

Yasada belirgin bir başka kaygı da dikkat çekici: Merkeziyetçilik. Her karar Ankara’dan alınacak, illerde kurulacak kurullar vali başkanlığında olacak. Sivil toplum sürecin dışına itilmiş. Ne bilim kurulu var, ne bağımsız danışma organı. Kararları kim verecek? “Gerekirse karbon piyasasında kim ne kadar kazanacak, biz belirleriz” anlayışı hâkim. Kötüye kullanım için uygun zemin hazır.

Ve yanlış anlaşılmasın: Yasaya karşı olmak, iklim değişikliği gerçeğini inkâr etmek değildir. Aksine bu yasa, iklim krizini ciddiye almayan, hatta yeşil maskeyle üzerini örten bir düzenleme olduğu için eleştiriliyor. Dünya, Almanya’dan Hollanda’ya, yıllık emisyon bütçeleriyle, bağımsız denetim kurullarıyla, adil geçiş fonlarıyla bu işi sahiplenmiş durumda. Biz ise hâlâ “hedefimiz 2053” deyip içini boş bırakıyoruz.

İklim krizi bu yüzyılın en büyük sınavı. Sadece çevre meselesi değil; ekonomi, tarım, güvenlik ve gelecek nesillerin yaşam hakkı meselesi. Bu sınavda kopya çekerek, aldatmaca hedeflerle, sadece dost sermayeyi memnun ederek sınıf geçilmez.

Bu yasa bu haliyle çıkarsa, Türkiye’nin Paris Anlaşması yükümlülükleri suya düşer. AB ile ticaretimizde karbon vergisi kaçınılmaz olur. En önemlisi de bu halk, gerçekten iklim krizinden korunamaz. Ve evet, ileride biri çıkıp “bu iklim kanunu halkın kafasına geçirilmiş bir çuvaldır” derse, kimse itiraz edemez.

Meclis’teki vekiller, bu yasa teklifini ya hakkıyla düzeltir ya da halkın vicdanında bu yeşil maskeli piyasa düzenlemesinin ortağı olur. Seçim sizin.