Dünyada otoriter yönetimler her zaman vardı. Ancak eskiden baskıcı rejimler, zorla ve açık bir şekilde halkı sindirerek ayakta kalıyordu. Şimdi ise yöntem değişti. Demokrasi kisvesi altında, yavaş yavaş ve sinsice ilerleyen yeni bir otoriterlik dalgası var: Putinizasyon!

Bu kavram, ilk olarak Rusya’da Putin’in uygulamalarıyla anılsa da, artık dünya çapında bir yönetim modeline dönüştü. Seçimler yapılıyor, meclisler işliyor gibi görünüyor ama gerçekte olan şey bambaşka. Bağımsız yargı ortadan kaldırılıyor, medya iktidarın sesi haline getiriliyor, halk sistematik olarak kutuplaştırılıyor ve iktidarın devamını sağlamak için sürekli bir dış düşman yaratılıyor.

Satranç ustası ve insan hakları savunucusu Garry Kasparov, geçen ay 28 Şubat 2025’te The Atlantic dergisinde yayımlanan “The Putinization of America” (Amerika’nın Putinizasyonu) başlıklı makalesinde, tam da bu sürecin nasıl işlediğini ele alıyor. Kasparov, Putinizasyon’un yalnızca Rusya’ya özgü bir tehdit olmadığını, Batı’da ve özellikle ABD’de de otoriterleşmenin benzer yöntemlerle ilerlediğini vurguluyor. Özellikle Trump döneminde, demokratik kurumların aşındırılması, medyanın hedef gösterilmesi ve hukukun üstünlüğüne yönelik saldırıların, Putin’in Rusya’daki modeline benzer olduğunu ifade ediyor.

Putinizasyon, yalnızca bir kişiyle ya da tek bir ülkeyle sınırlı değil. Bugün Amerika’dan Avrupa’ya, Asya’dan Latin Amerika’ya kadar birçok ülkede, seçilmiş liderlerin benzer yöntemleri benimsediğini görüyoruz. Seçimle gelen ama iktidara yerleşince demokrasinin temellerini oyan liderler, halkı kontrol altında tutmak için dezenformasyonu, korku siyasetini ve ekonomik bağımlılığı bir silah gibi kullanıyor.

En tehlikeli olan ise bu sürecin fark edilmesinin zor olması. Çünkü her şey yasal çerçevede ilerliyor gibi gösteriliyor. İktidarı ele geçirmek için tanklar sokaklara çıkmıyor, askeri darbeler yapılmıyor. Bunun yerine, sistem yavaş yavaş çürütülüyor. Özgürlükler kısıtlanırken insanlar bunun farkına varmıyor ya da kabullenmek zorunda kalıyor.

Peki, bu gidişatın önüne geçmek mümkün mü?

Eğer toplumlar demokrasinin yalnızca sandıktan ibaret olmadığını anlarsa, evet. Demokrasi, bağımsız yargı, özgür basın ve güçlü bir sivil toplum olmadan yaşayamaz. Seçimler, bir sistemin demokratik olup olmadığını anlamak için tek başına yeterli bir ölçüt değildir. Eğer halk, sorgulama yetisini kaybeder, muhalif sesler bastırılır ve medya yalnızca iktidarın sesi haline gelirse, artık o ülkede demokrasiden bahsetmek imkânsız hale gelir.

Putinizasyon sinsice ilerleyen bir hastalıktır ve ona karşı en büyük panzehir, farkındalık ve cesarettir. Özgürlüğün, hukukun ve adaletin değerini kaybetmeden anlamak gerekir. Çünkü kaybedildikten sonra geri almak, çok daha zor olacaktır.

Yazıyı Stalin’in meşhur fıkrası ile bitirelim!

Sovyetler Birliği döneminde, Stalin yönetiminin baskıcı politikalarına karşı halk arasında birçok kara mizah hikâyesi dolaşırdı. İşte bunlardan biri:

Bir adam, Kremlin’in önünde sarhoş bir şekilde “Kahrolsun diktatör!” diye bağırmaktadır. Sovyet polisi adamı hemen yakalar ve Stalin’in huzuruna çıkarır. Stalin ona sert bir şekilde sorar:

“Yoldaş, ne demek istedin?”

Sarhoş adam korkuyla cevap verir:

“Ben Hitler’i kastettim.”

Bunun üzerine Stalin polis memuruna döner ve sorar:

“Yoldaş, peki sen ne demek istedin?”