Terör örgütü PKK, geçtiğimiz günlerde terörist başı, bebek katili Abdullah Öcalan’ın çağrısına bağlı olarak ateşkes ilan ettiğini duyurdu. Açıklama, ilk bakışta örgütün silahlı mücadeleyi sonlandırmaya yönelik bir adım attığı izlenimi verse de satır aralarına dikkatlice bakıldığında, bunun bir dönüşüm ve yeniden konumlanma hamlesi olduğu anlaşılıyor.
PKK’nın açıklamasında, Öcalan’ın yaptığı çağrının tarihi bir önem taşıdığı ve bu çağrının bir tür “manifesto” niteliğinde olduğu belirtiliyor. Örgüt, silahlı eylemleri durduracağını duyursa da bunun tamamen silah bırakma anlamına gelmediğinin altını çiziyor. “Üzerimize saldırı olmadığı sürece silahlı eylem yapmayacağız” ifadesi, örgütün kendisini bir “savunma” pozisyonuna çektiğini gösteriyor. Ancak burada kritik olan nokta, saldırının neye göre tanımlandığıdır. Bu, örgütün her an “meşru müdafaa” gerekçesiyle silahlı eylemlere geri dönebileceği anlamına da geliyor.
PKK, silah bırakma sürecinin ve kendini feshetme kararının yalnızca Abdullah Öcalan’ın doğrudan yönlendirmesiyle gerçekleşebileceğini vurguluyor. Bunun anlamı açık: Örgüt, Öcalan’ın özgürlüğünü talep ediyor. Açıklamada, Öcalan’ın sadece hapisten çıkması değil, serbestçe çalışması, örgüt üyeleriyle engelsiz bir biçimde iletişim kurabilmesi ve siyasi bir aktör olarak süreci yönetmesi gerektiği ifade ediliyor. Bu talep, Öcalan’ın yeniden müzakere sürecinde etkin bir figür haline gelmesini amaçlıyor.
Örgütün bir diğer talebi, güvenlikli bir ortam sağlanmadan kongreyi toplamayacakları yönünde. PKK, kongrenin güvence altında toplanmasını ve bu sürecin yine Öcalan tarafından yönetilmesini istiyor. Bu, sürecin kontrolünü tamamen ellerinde tutmak istediklerinin bir göstergesi. Gerçek bir silah bırakma ve fesih iradesi olsaydı, Öcalan’ın şahsi yönlendirmesine ihtiyaç duymadan, sürecin hemen başlatılması beklenirdi.
Örgütün açıklamalarında sıkça vurgulanan bir diğer nokta ise “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” adı verilen yeni bir dönemin başladığı iddiası. PKK, mücadelenin bitmediğini, sadece biçim değiştirdiğini söylüyor. Silahlı mücadelenin yerine, “demokratik siyaset” üzerinden bir strateji izleneceği belirtiliyor. Burada esas hedefin, örgütün meşruiyet kazanarak siyasi alanda daha güçlü bir şekilde var olması olduğu açıkça görülüyor.
PKK açıklamasında, özellikle kadınlar ve gençler üzerinden yeni bir mücadele süreci başlatılacağı vurgulanıyor. Örgütün, kadın ve gençlik hareketlerini ön plana çıkararak kendini bir özgürlük ve hak mücadelesi olarak yeniden konumlandırma çabası içinde olduğu görülüyor. Bu söylem, uluslararası kamuoyunda sempati yaratma amacını taşıyor.
Açıklamanın son bölümünde ise 8 Mart ve Nevruz’a atıfta bulunularak, bu süreçte örgütsel mobilizasyonun artırılması gerektiği belirtiliyor. PKK, bu özel günleri ideolojik bir motivasyon aracı olarak kullanarak kitlesel hareketliliği artırmayı hedefliyor.
Genel çerçevede bakıldığında, PKK’nın açıklaması, örgütün silah bırakmaya hazır olduğu yönünde bir algı oluşturma çabasının ürünü. Ancak detaylara bakıldığında, gerçek bir silahsızlanmadan ve kendini feshetmeden çok, örgütün yeniden yapılanma sürecine girdiği anlaşılıyor. PKK, Öcalan’ın özgürlüğü ve siyasi bir aktör olarak sürece dahil edilmesini şart koşarak devlete karşı bir pazarlık zemini oluşturmaya çalışıyor. Silahlı mücadelenin sona erdiğini ilan etmek yerine, kendisini yeni bir “barış ve demokratik toplum” sürecinin taşıyıcısı olarak sunuyor.
Bu açıklama, aslında PKK’nın varlığını farklı bir boyutta sürdürme çabasından başka bir şey değil. Silahların susması her zaman olumlu bir gelişmedir, ancak bu sürecin samimi olup olmadığını belirleyen en önemli faktör, PKK’nın gerçekten kendini feshetme yönünde adımlar atıp atmayacağıdır. Mevcut açıklamalar ve talepler ışığında, örgütün silahı elinden bırakmadan siyasi alanı genişletmeye çalıştığı ve bunu yaparken de Öcalan’ın özgürlüğünü sürecin ön koşulu haline getirdiği görülüyor.
Bu nedenle, süreci yalnızca bir “ateşkes” olarak değil, örgütün uzun vadeli bir “yeniden konumlanma” hamlesi olarak değerlendirmek gerekiyor.