Kısa zamanda unuttuğumuz gerçek, dün (23.04.2025) yine kendini “dehşet yüzüyle” hatırlattı: deprem. İstanbul ve çevresi 6.2 şiddetiyle sallanırken teselli o ki bir can kaybı haberi duymadım; bununla geçmiş olsun. Akraba ve dostlarımı aradım. Aradım da gsm operatörleri yine sınıfta kaldı ki ulaşmam zaman aldı... Sevdiklerimizin yaşadıkları korku, ses tellerine dek nüfuz etmişti, ama seslerini sağ salim duymak rahatlattı. Evet, felakete dönmediği için “geçmiş olsun” dedim, dedim de 17 Ağustos ve 6 Şubat depremlerinde 70 binden fazla canını enkazın altında bırakan bu ülkede aklımızı başımıza devşirmek için daha n’apmalı bilemiyorum?!.
1999 Marmara Depremi’ni hatırlarım Yalova’da... İstanbul, Bolu, Bursa, Eskişehir, Kocaeli, Sakarya’yı etkileyen şu dehşet depremi... Orhangazi tarafından Yalova’ya girdiğimde, şimdi terminalin olduğu yerin tepesinde taze, kahverengi toplu mezarlar görmüştüm, unutamam. Depremde hayatını kaybedenlerin gömüldüğü, sıra sıra yüzlerce mezar. Hani savaş suçları belgeselinde seyredersiniz ya öyle irkilme ile... Enkaz ve mazar yığını bir kent karşımda duruyordu! Aynı manzarayı yıllar sonra Musal’dan hatırlıyorum, işte öyle bir ruh hali. On binlerce insanın konteynırda yaşadığı, toplama kampını andıran o sahneler, bunca yıldır aklımdan silinmedi. Kentte deprem sebebiyle yaşanan acıları dinlemiştim; elleriyle enkazın altından iki çocuğunu ve eşinin cansız bedenlerini çıkaran o aşçıyı unutmadım. 18 yaşındaki üniversite öğrencisi kızının yasıyla aradan yıllarda geçse kendini toparlamaya çalışan mimarı da... Hasılı gönülde kopan fırtınalarıyla ağıtları bitmeyen ne hayatlar gömülüdür. Binadan sonra ruhun da enkaza dönüştüğü hayatlar biliyorum. Deprem onmaz bir travmadır.
Fakat
Yıllar geçti ve hayretle gördük ki İzmit, Yalova, Sakarya acısı bize ders olmamış. Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman çevresinde aynı felaketi daha fazla can kaybederek yine yaşadık. 53 binden fazla insanımız; çoluk çocuk, genç, yaşlı onbinler!.. İşte, bizim Gazze’miz de budur, yıkımımız budur. Deprem coğrafyasında ha deprem ha savaş, bir fark göremezsiniz; yıkım, aynı yıkım, tarajedi aynı trajedidir.
1999 Ağustos-2023 Şubat; aradan geçen 25 sene... Çeyrek asır; Almanya 1945’te parça pinçik edilmiş yavur memleketi idi 1970’te Avrupa’nın ekonomi devi oldu. Yapan 25 senede neler yapmış... Ya biz? Konu deprem ise daha güvenilir ve mutlu bir yaşam ise siyasetçisi, bürokratı, hasılı vatandaşı, yani alayımız martavaldan başka bir hava çalmadık kardeşim. Doğa, yüzümüze tokat gibi çarptı, acizyet ve sorumsuzluğumuzu. O tokat öyle bir geldi ki on binlerce can aldı bizden ve milyonlarca insanın ruhunda onmaz izler bıraktı; hala ders almadık!
Utanmamız lazım!
Herkes martaval okuyor; din, diyanet, ticaret, siyaset, iktidar-muhalefet fark etmeksizin öyle kötürüm yönlerimiz var ki... 2015 yılında Körfez Köprüsü projesinde çalışan bir G.Koreli mühendis ile tanışmıştım. Bay Koreli, yıllardır Türkiye’yi tanıyordu ve bizdeki ev sahipliği, kiracılık, bundan gelir-rant kültürünü nasıl geliştirdiğimizi anlamakta zorlanan bir arkadaştı. Garip Koreli, bizim ahkalsız rant kapitalizmini ne çok sevdiğimizi, mahirce uyum sağladığımızı belki sonradan anlamıştır. Burada Türk milliyetçisi Murat itiraf eder ki vurguncu bir milletiz; hamasete gerek yok! “Deprem oldu” diye İstanbul’da çadır fiyatlarını dipleyen; anında (ilana verdiği) kira fiyatını katlayan ahlaksızların yaşadığı bir ülkede hamaset yapılmaz. Yüzsüzlüğü Ak Parti’nin bakanı faş ediyor, daha ne diyeceğiz?
Ev sahipliği rant ve geçim kapısı olmuş. 20 bin lira kira istenen-verilen memlekette yine 20 bin lira maaş ile haysiyetli geçim mi olur? Vatandaşta huzur, eminlik ve memlekete güven mi olur? “Beka” diyoruz, “Türkiye yüzyılı” ile motive oluyoruz; diğer taraftan GSMH’nin 1/3’ü Marmara Bölgesi yıkım, felaket hattında, öylece olduğumuz yerde sayıyoruz. Bu beka sorunu değil de nedir? Alın belediyesi sizin olsun, olsun da yeter ki İstanbul’u kurtarın arkadaş. Hükümet, belediye, akademi, uzman ve vatandaş bu meselede bir araya gelemeyecek ise hangi dertte yanyana gelecek! 25-30 milyar dolar ile vaziyeti %70 kurtarılacak bir kentin, bölgenin deprem felaketi sonucu maliyeti 350 milyar dolar zarar, yüz binlerce can kaybı olacaksa siz çıldırdınız mı? Ne beklenir daha?!. 25 sene, dile kolay...
Kusura bakma
Vatandaş ta akla ziyan; niye hesap sorulmaz, siyasetçi sıkıştırılıp harekete geçilmesi istenmez, olacak iş değil. Oy vermek, itaat etmek mi, bunlar n’aparsa yapsın ses çıkarmadan enseyi eğmek mi? Bak hemşehrim; Maraş Depremi’nin maliyeti 100 milyar doları aşıyor, eğer ön alınabilse, toplum harekete geçse, sorgulasa, yerel-genel siyasetçinin ensesinde boza pişirse 10 milyar dolarlık önlem ile bu darbeyi yemeyecektik.
Görüren o ki
Önce kendimizi sorgulayalım! Enerjimiz, emeğimiz, bütçemiz hangi işlere havale edilir, gelin sorgulayalım. Belediye başkanı, meclis üyesi ne halt ediyor, gelin sorgulayalım. Sosyal konut ve toplu konut seferberliği ne alemde gelin, hükümeti ve bakanlığı sorgulayalım. “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” kafasını bırakmadan felaketler yakamızı bırakmayacak.