Memleketim siyaset, ekonomi derken “baş döndürücü hızla değişen” gündem(ler)in diyarıdır. Öyle bir diyardır ki hızımıza yedi düvel yetişemez. Esasta kabul etmek lazım, sağlıklı toplumlarda bu radde hızda gündem gelgitleri olmaz. Bir hisse, bu sebep Norveçli Henning Berg’in bizi anlamasını bekleyemem. “Gündem” dediğiniz şey, yani önemli konu veya konular kamuoyunda gündem olarak kalır, önü sonu tartışılır, bir sonuca bağlanır. Bizimkiler ise öğütme makinasından geçer hesabında önce ortaya geliyor, vaveyla kopuyor; sonra hazmetmeden geldiği gibi gidiyor, yani unutulanlar çöplüğüne havale... İyi bakalım, nereye kadar gideceğiz böyle. Hülasa Türk memleketinde sağlıklı tartışacak kadar veya herhangi bir gündeme dair olgunlaşan vetire göremeyiz. Her şeyimiz, yarım yamalak, acip kalmaya mahkûm. Elbette zorlayan ve hala zorlamaya devam eden ekonomik şartların ezici etkisi barizken çok şey umurumuzda değil, olamıyor.
Aldırış etmediğimiz edemediğimiz konuların ciddi önemde arz olanı çevre bilinci ve hassasiyetidir. Benim es geçmeyeceğim terör, göç ve ekonomi kadar önemsediğim konudur bu. Maalesef necip milletimizi doğaya karşı kayıtsız hem de nobran davranan toplumlar arasında saymaklığım (üzülsem de) abartmış olduğum mesele olmayacaktır. Sorun (esasta ayıbımız) ise derinlerdedir; çünkü konu çevre bilinci olunca başta aile ve okul hayatında sınıfta kaldığımızı yıllardır biliyorum, söylüyorum. Öyle de bedeli çok ağır, hâlâ anlatamıyoruz.
Son 70 yıl taşra yaşamını, köy ekonomisini (dolayısıyla hayatı) çekilemez ve umutsuz kıldık, nihayetinde göç toplumu olduk çıktık. Maşallah ülkeyi saçma sapan kentlerle doldurduk ki şehirleri yok etme bahasına yer yurt bilincimiz kalmadı. Milletin efendisi olan köylü, Uzaykent 1 A Blok, kat 16 sakini olurken yerinde yeller esen köylerimizle şimdi öyle bir noktadayız ki yarın bu milleti kim besleyecek bilmiyorum? Arpa buğdayı saksıda yetiştiririz artık. Rençber n’apsın, bilinçsiz tarımcılığın sonunda ve ekonomik sebeplerden ötürü arazisini bir bir bırakıyor; çoluk çocuk da onunla köyde kalmak istemiyor. Boğazlıyan/ Uzunlu Kasabası’ndan Mevlüd’ün oğlu Kayseri’ye geliyor ki maaşlı bir iş bulsun; rençber babası neyin sahibi olmuş?..
Göçe düzülüp n’oldu, şehirleri koruyabildik mi? Hayır. Çirkin, kaba ve kalabalık halde milyon insanın ömrünü tüketen kentler türetip, bir de beton yığınlarında boğulmaya başlayıp, tüy diktik. 10-20 yıl içinde “İstanbul’da damacana hırsızlığı” diye bir haber duyarsanız şaşırmayın. Bir ara www.wwf.org.tr “Su Kıtlığı Kapımızda!” yazısına bakmanızı isterim. Bırakalım Araplar gelsin o halde, sanırım suyun kıymetini bizden daha iyi bilirler. Bizim kıymetlerimiz belli; arsa bina rant getirsin, boş ver toprağın suyun üreten bereketini... Yaa, işte böyle harika işler yaparız biz. Bu harika işlerle şimdi milyona dayanan gri kentlerin her birinde su sorunundan yeşil alan sıkıntısı ve sahil kirliliğinden bahsediyoruz; hani şu susuz kalan Bodrum gibi... Bu arada Bafa Gölü’nün halini duydunuz mu, canına etmişiz de Murat Bardakçı’dan gayrı yazan olmamış.
Memlekette nerde bir tarım arazisi veya su havzasından toprak/su analizi yapılsa kimyasal atık numuneleri tespit ediliyor; onca para verip yediğimiz içtiğimiz zehir. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği (TTKD) danışmanı Dr. Erol Kesici “son 60 yılda Türkiye’deki 240 gölden 186’sının tamamen kuruduğunu” ifade etmiş; www. kuzeyormanlariarastirma.org sitesine girin, oradan okuyabilirsiniz. Ne şimdi bu? Vallahi kara mizahız; kamu ahali yaptıklarımız kötü bir şaka olsa gerek. “Çevre düzenlemesi yapıyoruz” diye olur olmaz yere çimen ekerek, dünyanın suyunu harcayan yeşil belediyecilik kafası bizimdir. Sanki yağmura doyan Almanya burası! Yahu kardeşim çimen dediğin serin iklimde nemli ve taban suyu yüksek topraklarda yetişir, gelişir ki her gördüğün kaldırım dibine adreslenmez. Bu da yanına park dikip, çevre-yeşil hizmeti diye kakalanmaz. Ha millete göre değil mi; siz de haklısınız elhamdülillah! Belediyemiz çalışıyor; halka hizmet Hakk’a hizmet...
Bu hikâye (yani bu kafa) Demokrat Parti ile başlar, bugüne dek gelir. Ha, Bafa Gölü’nde Murat Bardakçı, CHP kafasından bahsediyor; yani yoğ birbirimizden farkımız, hepimiz aynıymışız... Ya biz? Gölleri kuruyan, ormanı yanan, toprağı çölleşen vatanın milliyetçileriyiz biz. Dönüp bakmayız bile o işlere! Teröriste düşmanız ama beton ülkesine sesimiz yok. Ağaç ne, dere tepe, kuş sesi ne; “lan yürü git...”.
Sakın orman zengini olduğumuzu da düşünmeyin; adam gibi kapalı orman alanımız %10’dur ve bu kabak gibi fakirlik işaretidir. Yalova’da bir çınar ağacını koruyan Başbuğ Gazi hassasiyetinden doğası tarumar olunmuş, neticesi umarsız kalabalıklar sonucuna varmak ne üzücü! Olsun, 36 katlı, (+) plus akıllı evler inşa ediyoruz 400 bin dolara; site güvenliği ile iftiharız.
Meselemiz çok ciddidir, vahimdir. Altında denizi mahvolmuş köprüler, toprağı çöle dönmüş Anadolu’da oto yollar bizi maalesef kurtaramaz kıymetli okur. Çocuklarınıza harabat bir vatan toprağı bırakmak üzeresiniz ve ne hesap veriyor ne hesap soruyorsunuz! Burada istatistiklere boğarak yazı kabartmamın gereği de anlamı da yok. Tek derdimiz anlamak, anlamak... Şimdi kimileri diyecek ki boş beleş konular yazma, bu ne?.. Bahçeli’den bahset, Apo falan... Vallahi artık akıl, izan ve “yuh olsun sana nadan” diyorum. Hoş; Devlet Beğ’in aklının sadakasını isteseler ihya olur bu tipler! Ne diyeyim? Bu kadar aklı patinaj çeken bir sürü cinnetinde Allah yüzümüze yine iyi bakıyor.
Türklüğün atası, Başbuğ Mustafa Kemal’e sonsuz özlem ve ihtiramla...