Türkiye maalesef ikili sarmal içinde, sarmalcıların beşik gibi kendisini sallamasıyla sarhoş bir vaziyette.
17 Ağustos 1999 da büyük bir travmayla Marmara depremini yaşadık, hemen arkasından gene büyük Düzce depremi talihsizliğini yaşadık.
2002 de Türkiye devletin tüm kılcal damarlarına kadar, belediyeleri dahil Ak parti yönetimine girdi.
Zaten 1994 yılından beri Büyükşehir belediyeleri Ak partililer tarafından yönetiliyordu.
99 Marmara ve Düzce depremleri Türkiye’ye 100 binin üstünde cana ve 100 milyar doların üstünde bir paraya mal oldu.
İnsanlar hem canını hem malını kaybetti . Canlarını kaybettiği gibi bir de fakirleşti.
1999 da İstanbul’da büyük bir depremin olacağını tüm jeologlar söyledi.
Devlet İstanbul’da deprem olacak diye birçok vergi getirdi .
Olası bir depremin finansını devlet birikimi olmadığı için tabii olarak halka yansıttı.
Devleti yönetenler İstanbul’da mevcut yapıları rehabilite edecek , yenileyecek planları, revizyonları yapıp İstanbul’un yapı stokunun sağlam yapılara evrilmesini düşünmek yerine, TOKİ ve KİPTAŞ eliyle İstanbul’u Kuzeye doğru taşımaya çalıştılar.
İstanbul’u kendi ellerindeki resmi kurumlar eliyle kuzeye taşımak demek yüzbinlerce yeni konut yapımı demek ve tabii olarak milyarlarca dolar kazanımı demek.
Aynı zamanda da katillik demek .
Aynı zamanda da aptallık demek .
İstanbul 8 bin yıldır göç alan ve yapılanması süren bir kent .
İstanbul Yunanistan ve Bulgaristan’ın toplamından büyük bir kent.
Ve bu devasa kenti elindeki iki resmi kurumla kısa bir zamanda 30 km kuzeyde yeniden inşa etmeyi düşünmek ancak bulanık dereden kütük kapmayı düşünmekle izah edilebilir.
Toki ve Kiptaş eliyle yoğun bir inşaat yapmak , devleti dolayısıyla milleti soymak 2014’e kadar yani 14 sene devam etti.
Zamanın iktidarı 14 yıl İstanbul’da deprem olacak diye önlem için yapıları yenilemek için bir İmar planı yapmadı.
Çünkü bir veya birkaç imar planı yapsa özel sektör binalarını yenileme şansı bulacaktı .
İmar değişikliği olmazsa bir binanın yenilenmesi ancak mülk sahiplerinin yapım parasını karşılamasıyla olacaktı.
Halbuki imar değişikliği yapıldığında bir binanın arsasının varlığı o binayı yenilemeye yetecekti.
14 yıl içinde Allahtan İstanbul’da bir deprem olmadı. 2014 de yapılan kentsel dönüşümü içeren 6136 sayılı kanunun çıkmasıyla İstanbul’da eski binaların yenilenmesinde bir ivme gerçekleşti fakat İstanbul’daki toplam binanın yaklaşık yarısı risklidir ve tabut binadır.
Devleti veya İBB’yi yönetenler Tabutluk dairede çaresiz yaşayıp bir müteahhit bekleyen zavallı halkı sadece sırıtarak seyrediyorlar.
Çünkü kendilerini seçen Türk milletini sevmiyorlar.
Milletini seven devlet yöneticisi toplumunu bu denli çaresiz bırakmaz .
Bazı bölgelere 2 kat fazla imar verilse riskli bina yıkılacak ve yenilenecek .
2 fazla kat tabii olarak yoğunluğu arttıracak, başka sorunlara da sebep olacaktır.
Ama insanların canından daha önemli ne olabilir .
Sosyal devlet vatandaşlarının can güvenliğini ve barınma hakkını korumakla görevlidir.
Can güvenliği ve barınma hakkı Türk milletinin doğduğu topraklarda Bilge Kağanın balbal taşlarına kazıdığı Orhun yazıtlarında var ve Türk devlet geleneğinde 1500 yıldır uygulanır.
Türk milleti kendisinden uzak olan ancak birbirlerini Karagöz Hacivat gibi oyun olarak suçlamalarla göz boyayan , büyük acılar yaşayacağı gün gibi görünen İstanbul depremine değil önlem almak olası depremi bir soygun fırsatı olarak gören aparatlardan kendisini kurtarmalıdır.
Millet her şeyden vergi ödüyor, daha fazlada öder.
Aslolan milletin ödediği vergilerin nasıl kullanıldığıdır.
Ödenen vergilerin nasıl kullanıldığını bilen var mı?