Seçim sebebiyle kaynayıp gitmesine gönlümün râzı olmadığı bir konudan bahsetmek istiyorum.

Yalçın Çetinkaya, 100. yıl sebebiyle Çanakkale oratoryosu bestelendiğinde Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde şöyle karşı çıkmıştı:

“Emperyalistlere karşı kazandığımız Çanakkale zaferinin yüzüncü yılında, bu aziz hâtıramıza âit kendi duygularımızı, yenilgiye uğrattığımız emperyalistlerin dilini kullanarak; Çanakkale senfonisi, Çanakkale Oratoryosu gibi başlıklarla ve emperyalistlerin müzik dilini kullanarak anlatmak ne üzücü! O savaşı yaşamış bir gâzinin samimi şiiri veya nağmesi, bir ozanın yanık, samimi türküsü bize yetmiyor anlaşılan. Çanakkale gibi, kendi yazdığımız destanları, ülkemizi işgal ve bizi yok etmeye çalışan emperyalistlerin diliyle anlatmak, çağdaşlığımızın göstergesi ve aslında ne acı ve ne komik bir durum!

Ama bizde basiretsiz, duygusuz, bilgisiz karar vericiler ve kompleksli, yüzlerine batıya dönmüş ezik (ve aslında kifâyetsiz) besteciler oldukça, Çanakkale gibi, kazandığımız zaferlere âit duygularımızı kendi güçlü müzik dilimizle değil, sömürgecilerin müzik diliyle anlatmaya devam ederiz.”

Çanakkale’de ölen Anzaklara ağıt yakan Gallipoli filminin çok başarılı olmasının sebeplerinden birisi, fon müziğiydi. Yâni Tomaso Albinoni’nin “Adagio in G Minör”ü. Muhteşem bir beste. Fakat bizim Çanakkale acımız, Çanakkale Türküsü varken bu müzikle anlatılabilir mi? Asla! Bu filmin müziğine kapılıp giden, şehîdini unutur, Anzaklara ağlar.

Maalesef Çetinkaya, haklı çıktı. Çanakkale Oratoryosu, gâlip geldi. Bu sene İBB Kültür Dâire Başkanlığı, Çanakkale Zaferi'nin 104. yıldönümünü, özel bir konserle kutladı. “Çanakkale Kahramanları Destansı Oratoryosu”, 18 Mart'ta İBB Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda ücretsiz olarak İstanbullularla buluştu.

İBB’nin oratoryo aşkı, bununla bitmedi. Ertesi günü, “Su Kasidesi Oratoryosu”, 19 Mart’ta Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda (CRR) İstanbullularla buluştu. Evet, en güzel Na’t-ı Şerîf, orotoryo olarak bestelendi ama seçim kargaşasında üzerinde durulmadı.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) CRR Genel Sanat Yönetmeni Aslan Özdemir, basına yaptığı açıklamada, oratoryo üzerinde bir yılı aşkın süredir çalışıldığını söyledi. Oratoryonun, Avrupa'da dinî metinlerin okunduğu bir yöntem olduğunu anlatan Özdemir, İslâm dünyâsına olduğu kadar Batı dünyâsına da hitap edecek bir program hazırladıklarının altını çizerek şöyle dedi:

"Batı entelektüeli, yüzyıllar boyunca Doğu'nun edebiyatını, şiirini, folklorünü ve müziğini merak etmiştir. Biz de Doğu'ya âit en mühim şaheser sayılan Su Kasîdesi'ni Batı tekniğinde hazırladık."

Aferin Aslan Bey! Tebrik (!) ederim. Kemalistler, sizinle gurur duyuyor! Onlar bile bu kadarına cesâret etmemişlerdi.

Oratoryoyu dinlemeye giden muhâfazakâr bir yazarın eleştirisini okudum. Ah şu, “Aman gerici demesinler!” ezikliği yok mu? “İstanbul, İstanbul olalı böyle zulüm görmedi!” demek kolay değil elbette. İçine sinmese de güzel bir başlangıçmışmış..

Yazık, çok yazık! Dilinizden düşürmediğiz Yahyâ Kemal’i, bu kadar mı anladınız? Su Kasîdesi’ni, hangi gözlerle okudunuz? Oratoryoyu dinlerken salavat getirebildiniz mi?

Yalçın Çetinkaya, ezik bestecilere, yönetici ve yazarları da eklemeliydi.

Allah muhâfaza, ileride Mevlid kandillerinin oratoryo dinleyerek kutlandığını düşünebiliyor musunuz?

Benim gibi sizin de aklınıza, “Yoksa dinlerarası diyalog devam mı ediyor?” sorusu geliyor mu?

Peygamber Efendimizi, İslâm düşmanı emperyalistlerin diliyle anlatmak, Çetinkaya’nın dediği gibi, acı ve komiktir! İstanbul’un elden çıkmasına kafa yoranlar, bu meselelere hiç girmiyorlar. Mîmâriye ve yeşile yapılan ihânet, inancımıza, kültürümüze ve şehidlerimize yapılan ihânetin yanında nedir ki? “Efendimizi, ecdâdımızı, şehidlerimizi incittik mi acaba?“ diye soran yok!

“26 Mayıs’da yapacağımız istişâre toplantısında enine boyuna konuşacağız. Özeleştirilerimizi, eleştirilerimizi yapacağız. Bunu yaparken, suçu millette değil, kendimizde arayacağız.” diyen Sayın Cumhurbaşkanımıza sesleniyorum:

26 Mayıs’da, içinizdeki oratoryo sevdâlılarını da masaya yatırıp enine boyuna konuşunuz. Oratoryo, ne Peygamber aşkını hissettirir ne de Çanakkale hüznünü!