Türkiye’de eğitim sistemi bir kez daha sancılı bir dönemeçten geçiyor. Lise ve ortaokullarda yıllardır görev yapan, öğrencileriyle bağ kurmuş, veliler tarafından benimsenmiş, başarılarıyla kendini ispatlamış öğretmenlerin bir kısmı ya proje okullarına yönlendiriliyor ya da emekliliğe zorlanıyor. Bu durum, ülke genelinde öğrencilerin, öğretmenlerin ve velilerin ortak bir tepkiyle ayağa kalkmasına neden oldu. Protestoların merkezinde çok haklı bir soru var: “İyi giden bir okulun taşlarını neden oynatıyorsunuz?”
Milli Eğitim Bakanlığı bu düzenlemeleri bir planlama olarak sunuyor. Açıklamalar, bu değişikliklerin eğitimi daha iyi bir noktaya taşıyacağı yönünde. Ancak sahada yaşananlara bakıldığında bunun pek de inandırıcı karşılanmadığı açık. Öğrenci, alıştığı öğretmenini kaybetmenin; veli, güven duyduğu kadronun dağılmasının; öğretmen ise yılların emeğinin görmezden gelinmesinin üzüntüsünü yaşıyor.
Peki bu ani yer değişikliklerinin, zorunlu tayinlerin ve emeklilik teşviklerinin arkasındaki gerekçeler ne olabilir?
Birincisi, bürokratik yapıdaki plansızlık. Türkiye’de eğitimin uzun vadeli bir vizyonla değil, günü kurtarma telaşıyla yönetildiği gerçeği, bu tür kararların aceleci ve tutarsız şekilde alınmasına sebep oluyor.
İkincisi, liyakat yerine sadakat arayışı. Proje okulları adı altında seçilen kurumlara, özellikle belli siyasi ya da ideolojik çizgideki öğretmenlerin yönlendirildiğine dair endişeler gün geçtikçe artıyor. Bu da doğal olarak kamuoyunda “başarılı öğretmenler mi cezalandırılıyor?” sorusunu doğuruyor.
Üçüncüsü, tasarruf bahanesiyle emekli edilen deneyimli kadroların yerinin doldurulamaması. Zaten ciddi bir öğretmen açığı varken, bu kadroların kaybedilmesi eğitim kalitesinde düşüşe neden oluyor. Yeni mezun ya da sözleşmeli öğretmenlerle bu boşluklar doldurulmaya çalışılıyor ama tecrübenin yerini hiçbir şey tutmuyor.
Eğitim bir ülkenin geleceğidir. Her yıl müfredat değiştirerek, kadro oynayarak, sınav sistemlerini altüst ederek bir yere varamayız. İyi işleyen kurumları korumak, başarılı öğretmenleri onurlandırmak zorundayız. Aksi takdirde ülkenin en temel yapı taşı olan eğitim sistemi çöküşe sürüklenir.
Bugün sokaklara dökülen öğrenciler yalnızca öğretmenlerini değil, gelecekteki umutlarını da savunuyorlar. Bu sese kulak vermek, sadece bir bakanlığın değil, hepimizin görevi.