Cumhuriyet Halk Partisi’nin 21. Olağanüstü Kurultayı geride kaldı. Özgür Özel, tek aday olarak girdiği kurultayda 1171 oyun tamamını alarak yeniden genel başkanlığa seçildi. İlk bakışta bu tablo, parti içinde tam bir birlik havası yarattı. Ancak detaylara inildiğinde bu "birlik" görüntüsünün arka planında tartışmaya açık noktalar da dikkat çekiyor.
Kurultaya toplam 1276 delege davet edildi. Ancak kullanılan 1171 oyun dışında kalan 105 oyun geçersiz sayılması, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Bu oylar sadece teknik nedenlerle mi geçersiz sayıldı, yoksa bazı delegeler bu şekilde bir mesaj mı verdi? Her oy bir söz ise, bu geçersiz oylar da partinin iç dengelerine dair bir sessiz eleştirinin yansıması olabilir.
Kurultayda bir diğer dikkat çekici sonuç ise, Özgür Özel’in sunduğu anahtar listenin eksiksiz bir biçimde kabul görmesiydi. Bu durum, parti içinde liderliğine duyulan güveni net bir şekilde ortaya koymakla birlikte, aynı zamanda parti içi muhalefetin, itiraz eden ya da farklı isimleri ön plana çıkarma iradesinin zayıfladığını da göstermektedir. Anahtar listenin tek bir fire bile vermeden geçmesi, kuşkusuz başarılı bir siyasi organizasyonun ürünü olabilir; ancak bu, aynı zamanda partinin karar alma süreçlerinde çok sesliliğin ne ölçüde var olduğuna dair yeni sorular doğurur. Liste demokrasisi değil, liderlik sadakati ön planda olduğunda, karar mekanizmalarının niteliği de zamanla tartışmalı hale gelir.
Kurultay salonunda yaşanan bir diğer önemli gelişme ise, Beyhan Şimşek’in adaylık sürecinde yaşandı. Dakikalarla ölçülen bir gecikme nedeniyle adaylık başvurusunun alınmaması, teknik olarak doğru olabilir. Ancak siyasette bazen kurallar kadar insani ve demokratik reflekslerin de devreye girmesi gerekir. CHP gibi "katılımcı siyaset" iddiasında olan bir partinin, bu konuda daha esnek ve kapsayıcı bir tutum geliştirmesi beklenirdi.
Bütün bunların ortasında, salonda hem sembolik hem de duygusal olarak öne çıkan bir başka figür vardı: Kemal Kılıçdaroğlu. 13 yıl boyunca CHP'yi yöneten ve Türkiye siyasetinde "sakin güç" olarak anılan Kılıçdaroğlu, kurultaya katılarak Özgür Özel’i ayakta alkışladı. Bu davranış, kişisel hırsların değil, partinin geleceğinin öncelendiği çok önemli bir örnektir. Siyasetin dili genellikle rekabet, yarış ve iktidar kavramları üzerinden kurulur. Ancak Kılıçdaroğlu’nun bu zarif duruşu, siyasete bir kez daha asalet ve olgunluk kazandırmıştır.
Bu anlamda Kemal Kılıçdaroğlu’nun bundan sonraki süreçte partide "onursal genel başkan" unvanıyla yer alması hem sembolik hem de kurumsal açıdan anlamlı olacaktır. CHP’nin kurumsal hafızasını koruyan, genç kadrolara rehberlik eden bir pozisyonda Kılıçdaroğlu’nun varlığı, hem partilileri hem de seçmeni rahatlatacaktır.
Özgür Özel’in genel başkanlık görevini yeniden üstlenmiş olması, özellikle yerel seçim başarısı sonrası doğal bir gelişmedir. Ancak bu başarının devamı, sadece liderliğin gücüyle değil, parti içi demokrasinin işlerliğiyle mümkün olacaktır. Parti içinde farklı görüşlerin temsil edilmediği, adayların engellendiği, oyların tek bir kişiye mecburen yönlendirildiği bir atmosferin uzun vadede zarar verme ihtimali göz ardı edilmemelidir.
Son günlerde kamuoyunda CHP’ye yönelik bir kayyum atanması ihtimali de fısıltı gazetelerinde dolaşmaktadır. Elbette bu iddialar şu an için somut bir temele dayanmamakla birlikte, Türkiye’de yargı bağımsızlığının ve hukuk devleti ilkelerinin zaman zaman tartışıldığı bir ortamda, bu tür söylentilerin bile konuşulabiliyor olması başlı başına bir problemdir. Seçilmişlerin görevden alınması ya da partilere yargı eliyle müdahale edilmesi, sadece o siyasi yapıyı değil, tüm demokratik süreci zedeler. CHP gibi köklü bir partinin kayyum gibi bir uygulamayla karşı karşıya kalması, siyasi iklim açısından da alarm zillerinin çaldığı bir dönemi haber verir.
Şunu unutmamak gerekir: Siyasi partiler demokrasinin omurgasıdır. Bu omurgaya yapılacak her müdahale, rejimin bütün sinir uçlarını etkiler. CHP’yi sevmek ya da eleştirmek bir tercihtir; fakat onun varlığını ve hukukî bütünlüğünü savunmak, demokrasiye inanan herkesin ortak görevidir.
Özgür Özel’e verilen destek, aynı zamanda büyük bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Artık sadece partinin lideri değil, farklı düşüncelerin buluşma noktası ve denge unsuru da olmalıdır. Kendi iç sesini duymayan bir parti, ülkenin dış sesine yön veremez. CHP, bu kurultayla birlikte bir yol ayrımına gelmiştir: Ya sessiz bir birliktelik içinde yola devam edecek ya da çok sesli, özgür bir siyasal iklimle topluma örnek olacaktır.
Son söz olarak şunu ifade etmek gerekir: Liderlik, sadece kazanmakla değil, kazandığında bile paylaşabilmekle anlamlı hale gelir. Kılıçdaroğlu’nun örnek duruşu, Özgür Özel’in yeni dönemindeki en büyük sınavlardan biri olacaktır. Ve demokrasinin gerçek sahibi halksa, partilerin geleceği ancak halkın iradesiyle belirlenmelidir — kayyumlarla değil, kurultaylarla.