Geçen sene bir mahkemede şâhitliğe gittim. Eşinin, câmide cemaat propagandası yapıp CHP’ye oy istemediğine dâir mahallemizdeki câminin eski imamının eşi evime gelip “Şâhit lâzım” demişti yaprak gibi titreyerek. “Gelirim” dedim “Ya işin?” dedi. “Mühim değil. Ne gördüysem onu söylemek, bir Müslüman olarak vazîfem.” karşılığını verdim.
Gülen’in bir Amerikan projesi olduğundan ne kadar eminsem, sırf din iman adına ona inanan hizmet tabakasının -her ne kadar Gülen’e inanmalarını hoşgörmesem de- darbeci, vatan hâini olmadığına o kadar emindim. Kaldı ki karşımda yüreği Peygamber sevgisiyle çarpan bir adam vardı. Peygambersiz İslâm projesine inanan bir adam, sürekli Peygamberimizden bahsetmezdi.
Mahkemeye gittim. Ne gördüysem onu söyledim. Sanığın, boncuk gibi dizilmiş muhbir imam arkadaşlarını gösteren hâkim, “Bunlar öyle söylemiyor.” dedi. ”Onlar duyduğunu, ben gördüğümü söylüyorum.” dedim. Çok şükür ki benden başka da gördüğünü söylemeye gelenler oldu. Sanığın, bizim mahalleden sonraki görev yerinden gelen yurdum insanları, ne gördülerse onu söylediler. Her şey müsbetti.
Dışarıda kararı beklerken birden Adliye’nin koridorlarını yırtıp arşa yükselen bir ses duyduk: “Babaaaaaaaaaaaam!” Bir genç kız, mahkeme salonundan çıkıp deli gibi koşmaya başladı. Peşinden de “Kızım!” diyerek bir anne...
Bu satırları yazarken bile ağlıyorum. Oysa Adliye koridorlarında ağlayamadım. Rengim simsiyah olmuş. Hâlimden korkmuşlar. Rengim, 15 Temmuz gecesi bile kararmamıştı. Dimdik durmuştuk evelallah! Fakat ertesi gün Kızılay’ın ortasında “Eve döneyim cemaatçi komşularımı ihbâr edeceğim.” diye bağıran kadınları görünce kararmıştı. Bir tarafta tesbih çekip ülkesi için dua eden kadınlara baktım, bir de bu kadınlara. En çok bağırandan korkmak lâzım geldiğini öğretmişti hayat. En çok bağıran bir şeyleri örtme derdindedir. Kadınlara, hafiften bir yoklama çektim. Cemaatle kanka olmuşlar. Korkudan bağırıyorlar anlayacağınız. Bu şirret kadınların komşuları için gerçekten çok üzüldüm.
Mahkeme kapısında rengimin kararması, Türkiye’nin ne hâle geldiğinden, adâletin duvara toslamasındandı. Ülkemi bekleyen kaosu görmemdi. 19 yaşındaki bir genç kızın o feryâdı, kulaklarıma kazındı.
Sonraki mahkemede tahliye kararı çıktı. İşe bakın ki o sıra yurt dışındaydım. Tam mahkeme saatinde Türkiye’ye giriş yaptık. Telefonum çaldı. ”Çıktı Kerime abla!” Sınır kapısında çimlere oturup ağladım. Kimse, neye ağladığımı anlamadı. Ülkemin normale döneceğine dâir ümitlerim yeşermişti. İçimde leylaklar, erguvanlar, lâleler açmıştı.
Önceki yazımda, Gülen’e af ve merhamet isteyen yazısı için Yusuf Ziya Kavakçı’nın, hepimizden özür dilemesini istemiştim. Türkiye gerçekleriyle âdeta alay eden bu yazıdan günler sonra kızı Ravza Kavakçı’dan özür açıklaması geldi.
"Yine de, her hatırın üzerinde tutulması gereken Hakk hatırı gereğince, doğru olana şâhitlik etmenin bizim için bir tercih değil, bir vazife olduğuna iman ettiğimiz 'doğruluk dini' İslâm'ın mensupları olarak, açıkça, 'amasız, lakinsiz, fakatsız' ifâde etmeliyim ki her ne sebeple olursa olsun, söz konusu yazının 'niyeti' dışında savunulacak hiçbir yanı yoktur ve yazı içeriği, niyetiyle zıt bir şekilde maksadını aşmıştır......”
Elbette bu özür, ben istediğim için gelmedi. Kim takar Yalova kaymakamını?
Ravza Hanım’ın verdiği sesin kimyası pek iyi değil. Bu açıklama, muhtemelen kendisinin bağımsız açıklaması da değil. Günlerce beklemesinin bir sebebi vardı.
Ravza Hanım’ın açıklamasını kısaca tercüme edeyim. Babasının zihin sağlığının yerinde olmadığını söyledi. Türkçe’de buna başka bir şey deniyor. Maşallah gâyet sağlıklı görünen Yusuf Ziya Kavakçı’ya bu kelimeyi yakıştıramadığım için buraya yazmıyorum.
Yusuf Ziya Kavakçı’nın teklifi, bir açılımın, bir çözüm sürecinin denemesiydi muhtemelen. Açıkçası bunu ben de istiyorum ama boşu buşuna canı yanan mazlûmlar için istiyorum, Gülen için değil. İktidârın, âcilen, devlet baba sertliğinden, devlet ana şefkatine geçmesi lâzım. Değil adâlet, seçim yatırımı için bile yapsa istiyorum.
Ravza Hanım, lincin ne olduğunu tattı. Hem babası açısından hem kendi açısından. Babasının zihin sağlığının iyi olmadığını açıklamak zorunda kalmak, pek kolay olmasa gerek. Allah muhâfaza, bir de mahkeme ve hapis boyutunu görse ne yapar? Yine de seçimlerde vekil adaylığı tehlikeye girmiş olabilir.
Şöyle bir düşünüyorum da benim kızım, ikbâl basamaklarını çok hızlı bir şekilde tırmansa, hattâ ufukta bakanlık görünse, ben de tam bu sırada birilerinin gazıyla tâlihsiz bir açıklama yaparak onu zora soksam, bu kadar kibar bir açıklama yapmasını istemem. “Kızım, beni reddet! “Leyleklerin kabahati” de, geç!” derim. Nasılsa inananlar var.
Latîfe yapıyorum elbet. Kızım için böyle bir ikbâl istemem. Yâni kızımın, Ravza Hanım’ın bahsettiği “Hak hatırı”nı çiğneyerek ikbâl basamaklarını tırmanmasını istemem.
Her zaman doğru olana şâhitlik etmesini isterim.