“Besle kargayı, oysun gözünü” ve/veya argo tabirlerle donatılmış, aynı içerik dâhilinde birçok atasözü de konuyla ilişkilendirilebilir.
Köylerden başlayarak, hangi yolla takındığı meçhul asalet unvanlı ailelerin; kendi komşularına da uyguladığı bir budama anlayışının tezahürüdür başlıktaki söz!
Az biraz burnuna siyebilme ihtimali olanlar derhal bir punduna getirilip tırpanlanır ki selip, serpilip gelişip, başa bela olmasın… Kurulu düzen bozulup, saltanat sarsılmasın!
O anlamda kullanılacak olan maşaları ise gelişme istidadı gördüğü aile veya fertlere doğru en yakın komşuyu, hatta akrabaları musallat ederler ki, kendi dahli anlaşılmasın… Daha da ötesinde, gidişata göre belki arabuluculuk rolünü bile ağalar üstlenir.
**************
Ticari hayatta da sık sık tanığı olduğumuz rekabetin, acımasız kurallarından biridir bu hal… Piyasadaki pastaya el atma ihtimali olan rakiplere büyümeden darbeler indirilmelidir ki, burnunu yerden kaldıramasınlar!
Siyasi çekişmelerin de aynası aynen bu minvalde devam eder gider. Cevheri olduğunu tespit ettikleri yeni yetme ve heyecanlı genç rakiplerini, kaşarlanmış eski politika cambazlarının nasıl harcadıkları da bilinegelir.
Tek hedef; tek kalmak, tek postta tek başına olmak ve tek olmanın, yeganeliğin, vazgeçilmezliğin simge ismi olarak anılmaktır. Bir gün kendi yerine koyacağı veliahtını da kendisi belirler ki “put”luğu pekişsin. En küçük yerelden en büyük merkezlerdeki mevki ve güç “tapulamalara” kadar!
Kimse kendine rakip olabilecek kadar akıl ve bilgi birikimi olanlara tahammül edemez ve kontrolü hep elinde tutar. Toplumlar da bunu kanıksayıp alıştığından, kendi haklarının da ilerideki muhtemel gaspını göre göre tepkisiz kalmaya devam eder durur.
Tesellisi ise yine bir atasözünün arkasında hazırdır. Elle gelen, düğün bayram”!
**************
Devletlerarası ilişkilerde durum bundan farklı değil… Emperyalist anlayışın bireyden devletlere doğru anlama ve uygulanmasında en önemli düstur; yavşağı bit olmadan, eniği it olmadan itlaf etme algısı dairesindeki yaklaşımdır.
Bu prensibi yerli yerinde, zamanında ve doğru hedeflere uygulayan ülkeler hep başarılı olmuşlar ve hâkimiyetlerini sürekli hale getirmişlerdir.
Afganistan örneğinde olduğu gibi başarısız sayıldıkları yerlerde bile hala kalıcı oldukları bizim zayıf hafızamıza rağmen kabak gibi ortadadır.
**************
Peki biz neredeyiz?
Biz, hala iç siyasetimize, iç ticari kavgalarımıza, rant meydanı muharebelerimize dalmış ve birbirimizle olan tüm ilişkilerimizde aynı prensibi hiç tavizsiz uygulamaya devam ediyoruz.
Ama dış dünyaya yönelik tüm politikalarımızda duygusallığın zirvesinde ve hep tavizkâr, korumacı ve aldatılmaktan anormal zevkler almaya devam ede ede, kendimize olan inancımızı yitirmenin ardından; ahlarla, vahlarla, eyvahlarla oyalanıp duruyoruz.
Göz göre göre işgal edilerek elimizden alınıp Yunan bayrağı dikilen adaları önemsemiyoruz. Yakın gelecekte; o adaların da karasularının babaannesinin örekesi ölçüsünde olacağı iddialarıyla karşımıza dikilip masa kuracaklarını hesap etmiyoruz.
Irak’ın Kuzeyindeki gelişmeleri önce; referandum yaptırmayız diye başlayan heyheylenmelerle karşıladık. Baktık ki daha düne kadar her ağladığında ağzına biberon dayadığımız çakıldaklı davarlar, bizim efelenmelerimizi yemeyince hele oralara bi şey olsun da görek! yumuşaklığına dönüş yaptık. Daha sonra, yahu biz sizi nasıl koruyup kolladıydık… Ne çabuk unuttunuz? Apış aranızdaki donun parasını bile biz vermedik miydi?” sitemlerine sığınarak politik çözümler aramakla meşgulüz.
Ankara antlaşmasına göre müdahale hakkımızın olduğunu mahalle berberi titrek Şevki bilir amma bizim devlet ricali; “yok canımcığım, bi şey olmaz” rehaveti içindedir!
Anadolu taşrasında; gağveci Hasan da, işportacı Üsüyn de, fırıncı Yılmaz da; “bizim hiç hatırımız yok muydu yahu? Oralarda essahtan yok muyuz acep? Böyle giderse; “Kerkük de, Musul da arada kaynar gider” demelere başlamıştır!
Çünkü ahali artık, pentagonun masasındaki haritada; Irak’ın Kuzeyi ile Türkiye’nin alttan yukarı taaa Karadeniz’e kadar nasıl budandığını biliyor. Hatta o haritanın bir rus parlamenter tarafından çizildiğini de! Uluslararası derin ilişkilerin mahiyetine kafa yormak da kafamıza ağır geliyor galiba!
Devletimizin dış ilişkilerdeki etkisiz, o haritalara karşı tepkisiz durumu da bizim taşraya aynen öyle yansıyor. Bizim askerî heyetimizin tepkisi ve toplantı mahallini terketmesi üzerine, bir Amerikan subayının durumu üstlenerek özür dilemesiyle rahatlamıştık ya hani?
Hah işte biz yine o haritayı hatırladık.
Yalnız, yapayalnız ve yüksek perdeden atılan naraların arkasındaki itidalli pısmalar ve tırsmalardan sonra hep yenilgi hissiyatı içinde, bu kurgunun yeni olmadığını bilmenin kahrıyla doluyuz vesselam!