Yılkı atı ne demektir, biraz bilgi vermekte yarar görüyorum.
Yük taşımakta kullanılan atların, kışın beslenmesinden kurtulmak isteyen sahipleri tarafından, doğaya salıverilmesi olarak geçiyor.
Sonra yaz gelince, ağır kış koşulları da bitince, eğer sağ kalmışlarsa, yaşıyorlarsa, sahipleri geri getiriyor bu "yılkı atlarını".
Ağır kış koşullarında doğaya salınan bu atların dayanışması, aralarında birlik beraberlik kurup et oburlara karşı kendilerini savunmaları, açlığa soğuğa direnmeleri, direnemeyen atların başındaki tavırları üzücü görüntüler oluşturuyor.
Yüreği olan insanların yüreğini burkuyor.
Bu kadar mı?
Hayır değil elbette, bir de 400 senelik bir gelenek var, nasıl bir gelenek aklım almıyor.
O yıl bereketli geçsin, bolluk olsun diye doğaya kurban ediliyorlar.
Bence bereket olsun diye değildir.
Kim bilir belki de sofralarımıza sucuk olsun diyedir, adına da öylesine "gelenek" denmiştir.
Yakalanan at eşek kesenler, savunmalarında “bolluk bereket gelsin diye kestik amirim” diyebilirler.
İyi de bu bereket karavanalarda askerlerimize yedirildiğinde o yıl asker sayısı mı artıyor acaba? Bilemedim doğrusu.
Konumuz zaten bu değil.
"Yılkı atları"
Başlarına gelenler, terk edilmek ve hayatla olan çetin mücadeleleri, sahiplerinin vefasızlığı.
Onlara hizmet eden atların, bu vefasızlıktan nasiplerini almaları.
Ağır yüklerini taşıtarak, her şeye, her yere koşturup, ardından bir kenara koymaları elbette.
İnsanoğlu bu vefasızlığı neden yapar peki?
Sonra yaz gelince yeniden niye peşlerine düşer?
Güzel bir soru değil mi?
Yükü kendi başlarına taşıyamayacakları için diyebilir miyiz?
Deriz tabii.
Diyelim.
Öyle ya, semeri ya da yuları kendi sırtlarına atacak değiller.
Yaz geldiğinde, o ağır kış koşullarına kendi başlarına geçirmiş atlar, hele bir de birlikte dayanışmayı öğrenmişlerse geri dönerler mi?
Direnmeyi, et oburlara karşı yenmeden ayakta, hayatta kalmayı öğrenmişlerse, bir avuç yem için yük taşımayı göze alırlar mı?
Değer mi?
İşte bunu en iyi "YILKI ATLARI" bilirler.
Eğer sahipleri tarafından en zor zamanda, ağır kış koşullarında terk edilmişlerse, “ahır da senin olsun, saman da” diyebilirler.
Demeliler.
“Bizi çok koşturdunuz, yordunuz, sonra hiç nedensiz kapıya koydunuz” demeliler.
Atı alarak Üsküdar’ı geçenlere sessiz kalan sahiplerine sormalılar nedenini.
Ancak artık doğanın koynunda özgürce uçuşan yelelerine yeniden dizgin, yeniden semer vurdurmazlar diye düşünüyorum yılkı atlarının.
Ele geçerlerse, bu kez de sahipleri bolluk bereket için gelenektir diye, belki de kurban edilebilirler.
Bunu sahiplerinden başka kimse bilemez.
Yazın yularını, dizginini, kendi boynuna asmış at sahipleri görürseniz bilin ki, kendi atlarına sahip çıkmamış, ya da kurban etmişlerdir.
Dönün arkanızı gidin, onlar iyi insanlar olamazlar.
Onlardan vefa beklemeyin.
Kendi ahırındaki atlarına sahip çıkmayanlardan hiç bir şey olmaz.
Yılkı atlarının kaderini yine yılkı atları belirler.
Ya yularları, dizginleri, yeniden sahiplerinin elinde olur, ya da uçan kanatlarıyla özgürce, yelelerini güneşe doğru kendi başlarına sürerler.
Bazen insanları da yılkı atları yerine koyan, değersizleştiren, dizginlerini elinde tutmak isteyen insan görünümlü varlıklar da olabilir elbette.
Biz onları tanır ve iyi biliriz..