"İsyanım var" başlıklı yazım büyük ilgi gördü, bazı okuyucularım haklı bazı eleştirilerde bulundular. Bunlardan birinde, 12 Eylül mağdurlarının kendilerini koruyamadıkları, ülkücü hareketin beklentilerini karşılayacak tarzda hareket etmedikleri en önemlisi güç birliği yapmadıkları ifade ediliyordu.
Bu eleştiriye kısmen katılıyorum, ama doğru değerlendirmelerde bulunmak için bu arkadaşlarımızın içinde bulundukları şartları da gözden ırak tutmamak gerekir. Birçok arkadaşımız hayata 10 yıl geç başladı. Hapishanenin monoton zemininde donan ruhlarını yeniden alevlendirebilmek için uzun bir zamanın geçmesi gerekiyordu. Mahpusluk ruhları törpüleyen çok derin acılar bırakan bir süreçtir. Hepimizde çeşitli izler bıraktı. Bazı arkadaşlarımız analı-babalı girdikleri cezaevinden öksüz ve yetim olarak çıktılar. Çoğunun mesleği yoktu. Hepimiz fakir aile çocuklarıydık. Ekmek mücadelesine atılacak donanımdan mahrumduk. Zifiri karanlıkta yolunu bulmaya çalışan çocuklar gibiydik. Birçok arkadaşımız ellerini tutacak bir ele muhtaçtı. Onun için de bağımsız davranamadılar. Kimi MHP’den medet umdu, kimi sağda solda iş kurmuş arkadaşlarından. Buna bir de aile sorumluluğu eklenince bu arkadaşların çoğu birikimlerini, tecrübelerini paylaşacak imkanı bulamadılar.
Uzun süre hapis yatan insan yaralı insandır ve üstelik yarası bedeninde değil ruhundadır. Onu sağaltması için bazen seneler gerekir. Ama mutlaka dostlarının ilgisi, saygısı, şefkati şarttır. Birçok arkadaşımız bu ilgi ve saygıyı göremeden yaraları ile birlikte bu fani alemden beka alemine göçtü. Kimse bu insanlara siz bu ülke için acı çektiniz, her türlü saygıya layıksınız demedi. Bu birikimi gelen nesillere aktarma bir plan ve program işidir. Kendi kendinize bir teşkilata geldim ben konuşma yapacağım diyemezsiniz. Böyle bir derdi olan bir teşkilatın bu muazzam birikimi değerlendirmek için bir planının olması gerekir. Bizim hiçbir zaman öyle bir planımız olmadı. Tek planımız vardı, plansızlık.
Şunu da unutmamak gerekir hapishane yatmak tek başına bir olgunluk, yetkinlik anlamına gelmez. Boş girip dolu çıkanların yanında boş girip boş çıkanlar da oldu. Ama hepsinin ortak fazileti bu büyük sınav karşısında gösterdikleri direnç, sabır ve cesaretti. Kimse kimseyi satmadı, kimse nefsini kurtarmak için arkadaşına atfı cürümde bulunmadı, temel motivasyonumuz hep arkadaşımız yatacağına ben yatayım oldu.
Bu arkadaşlar içinde kendini çeşitli alanlarda yetiştirenlerin ayıklanıp değerlendirilmesi gerekirdi. Bunun için de doğru, duyarlı bir liderliğe ihtiyaç vardı. Bu imkan oluşturulmayınca asırlara sığmayacak tecrübeler heba olup gitti.
Hülasa, bu kuşakla birlikte bir tarih ölüyor, hareketimizin hafızası ölüyor. 12 Eylül öncesinin mücadelesinden beslenen bir hareket o mücadeleyi verenleri tanımıyor, kendini var edenleri nisyana terk etmek için elinden geleni yapıyor.
Bu arkadaşlar içinde elbette –adını taşıyamayan- insanlar da çıktı. Geçmişini kirleten, duruş iradesini kaybedenler oldu. Onun bunun arkasından bir avuç yal için koşanlar oldu. Bunlar istisnadır. Bunlara bakarak genel hükümler çıkarılamaz. Tecrübe, çoğu zaman bilgiden daha kıymetlidir. Bu arkadaşlarımızın 10 yıl gık demeden cezaevine tahammüllerini sağlayan karakterlerinden yararlansaydık yeterdi. Bizim bilgiden çok o duruşa ihtiyacımız vardı, ona da kimse ihtiyaç duymadı. Çünkü günümüzde en korkulan insan tipi boynu tasmaya gelmeyen karakterli insan tipidir. Onları da bir bir kaybettik. Dilerim kalanlara gereken değeri veririz…