Allah’a şükür, elimiz kalem tutuyor, kendimizce değerlendirmelerde bulunabiliyor ve yazıyoruz. Benim gibi yaşı yetmiş beşe merdiven dayayan, daha ortaokul sıralarında iken memleket meselelerini dile getiren yazılar yazmaya başlayan biri için yazmamak “yat da öl” demektir.
Okuyucular bilir; yazılarım daha çok memleket meseleleri ile ilgilidir. Hem nalına hem mıhına vurmaktan çekinmem. Ancak zaman zaman kullandığım bir benzetme ile, “Dağdaki çobanından camideki imamına kadar” herkesin politize olduğu bir ülkede, bu güzel ve yalnız ülkemizde kalem oynatmak çok zor.
İnandığımız Türk Ülküsü davasındaki yol gösterici ağabeylerimizden rahmetli Galip Erdem’in çok güzel ifade ettiği gibi “Davamızı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkarmak istiyorduk ama zirveye çıkınca gördük ki “Dava” aşağılarda kalmış, zirveye kendimizi çıkarmışız!”
Siyaseten davamızı zirveye çıkaramıyor ve gençliğimizde pek çok söylediğimiz o marşta olduğu gibi tuğlarımızı göğe yükseltemiyorsak kirli siyasetin içinde debelenip birilerine koltuk değneği olmanın bir anlamı yok.
Onun için “Tam Bağımsız ve Bağlantısız Tek Başına Ülkücü Hareket” mensubu kimliği ile yazıp hem nalına hem mıhına vurarak uyarı görevimi yapmaya devam ediyorum.
“Bu güzel ve yalnız ülkemizde kalem oynatmak çok zor” demiştim. Yine dediğim gibi bizde, “Dağdaki çobanından camideki imamına kadar” herkes siyasete bulaşmış, bulanmış durumda. Futbol fanatikliği ile siyasi fanatiklik adeta birbiri ile yarışıyor. Bir iki defa şaka yollu da olsa futbol takımları ile ilgili bir şeyler paylaşmaya kalkmıştım ki, ağzımın payını alıp oturdum. En sade taraftarından okumuşuna kadar olur olmaz şeyler yazanlar oldu.
Dedim ya, daha çok memleket meseleleri ile ilgili yazıyorum. Yaşımız kemale erdi, 42 yıllık devlet memurluğu, yayıncılık, iletişimcilik ve artık yetmiş yılı aşan bir hayat tecrübemiz var.
Siyasi parti üyeliğiniz ve siyasi tavrınız olmasa da memleket meseleleri konusunda kalem oynattığınızda siyaseten ya iktidar mensuplarını ya da muhalefettekileri rahatsız ediyorsunuz. Özellikle sosyal medya siyasetçileri hiç toz kondurmadıkları, “Bir bildikleri vardır” diyerek içlerine sindiremedikleri konularda bile siyasi partilerini, liderlerini körü körüne desteklemeye devam ediyorlar. Futbol fanatiklerinin “Yenilsen de yensen de her zaman her yerde en büyük ….” dedikleri gibi siyasi fanatikler de “Vur de vuralım, öl de ölelim” demeye devam ediyor, alınan yanlış ve öngörüsüz kararların neye mal olacağını düşünmüyorlar. Eleştirmekten, yol göstermekten zarar gelmeyeceğini düşünmüyorlar ya da ne diyeyim, herhalde çekiniyorlar! Oysa kimse, hiçbir kurum, hiçbir lider eskilerin deyimi ile La yüs’el/Soru sorulamaz/Sorumsuz değildir. Hz. Ömer hutbe sırasında “Yanlış yaparsam ne yaparsınız” diye sorduğunda cemaat ayağa kalkarak “Seni kılıçlarımızla doğrulturuz” deme cesaretini göstermiştir. Biz de hasbelkader yazılarımızla doğrultamıyorsak da ikaz ederek üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyoruz.
Daima göz önünde olduğu, icraatları herkesi ve ülkemizin, milletimizin geleceğini ilgilendirdiği için eleştirilerimizin daha çok iktidara ya da iktidardaki ittifaka yönelik olmasından normal bir şey düşünülemez. Ancak bazı arkadaşlar bundan çok rahatsız oluyorlar. Çünkü tamamen tarafgir olmuşlar, siyaset gözlerini kör, kulaklarını sağır, dillerini lal etmiş. En haklı oldukları konularda bile muhalefet lehine bir şey yazmıyor, iktidarın düşünülmeden yapılan icraatlarına, geleceğimizi ipotek altına alan kararlarına, lüksüne, israfına, ortaya çıkan yolsuzluklara ses çıkarmıyorlar. Mesela bir CHP’li belediyede yapılan akraba ataması Türkiye’nin en hayati meselesi imiş gibi anlatılırken AKP döneminde ayyuka çıkan eş dost kayırmaları, sülale boyu atamalar, üç beş yerden maaş alanlar, liyakatsizlikler bu arkadaşların gündemine gelmiyor, hiç ummadığımız arkadaşlar bile eleştirenleri eleştiren ifadelerle paylaşımlar yapıyorlar. Klavye kahramanlığı ile vur abalıya, vur muhalefete!
İki kitap olarak yayınladığım ve artık dört – beş kitap hacmine ulaşan yazılarım “Hem Nalına Hem Mıhına” üst başlığını taşıyor. İktidarı, muhalefeti, fikren yıllarca içinde bulunduğum camianın siyasi temsilcilerini eleştirmekten geri durmadım, durmuyorum. Siyasetin emir eri durumuna gelen/getirilen Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da milletimizin değerlerini bir türlü anlayamayan, Atatürk çizgisinden uzaklaşan CHP’yi, CHP’lileri, solcuları da eleştirdim. Tarafsızlık, objektiflik, dürüstlük bunu gerektirir.
Allah korusun ve İnşaallah bir daha başımıza gelmesin; 2025 yılı ocak ayının son haftasına Bolu Kartalkaya’da meydana gelen büyük bir yangın faciası ile girdik. “Kabahat gelin olmuş da alan olmamış” misali herkes suçu birbirine atmaya çalışıyor. Kanuna, yönetmeliklere, tüzüklere, ahlaki normlara göre kabahatin ya da “turpun büyüğünün” Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda olduğu açık seçik ortada ama “tık” yok.
Bu vesile ile Kültür ve Turizm Bakanı’nın sahibi ve kurucusu olduğu şirketin söz konusu otele müşteri pazarladığı, Bakanlık imkanları ile kendi şirketine Bodrum ve benzeri yerlerde imkanlar sağladığı, daha önce Bakanlık’ta görevli bir hanımı kendi şirketine aldığı, Bakan olarak atanınca tekrar Bakanlığa alıp en hassas birime Genel Müdür olarak atadığı belgeleriyle yazıldı, söylendi ama iktidardan da, destekçisi olan medya kuruluşlarından da, muhalefette gördükleri pireyi deve yapan klavye kahramanlarında da ses çıkmadı!
Kültür ve Turizm Bakanı böylesine acı bir felaketle gündeme gelince bende de hatıralar canlandı ve 2013 yılına gittim…
Tuna boyları, Budin Kalesi, Estergon hayali ile büyüdüğümüz için o bölgeyi görme arzusunda idim. 19 Mayıs 2013 tarihinde eşimle birlikte ETS’nin Orta Avrupa turuna dahil olduk. Almanya’dan sonra otobüsle ülkeden ülkeye geçiyor ve hep Tuna’yı görüp heyecanlanıyor, akıncı cetlerimi hayal ediyordum ama ETS TUR’un rehberi Tuna’nın Türk tarihindeki yerinden, Akıncılardan, Köstence’den çıkıp Avrupa içlerine kadar giden İnce Donanmadan hiç söz etmiyor. Ben ikaz edince de “Siz bu konu ile ilgilisiniz galiba” diyerek mikrofonu elime verivermişti. O zaman ETS TUR’u da sahibini de tanımıyordum. O vesile ile Türk tarihi ve kültürü ile ilgisi olmadığını, tamamen ticarete, eğlence turizmine yönelik bir organizasyon olduğunu anlamış oldum. Mikrofonu alınca tabii, dilimin döndüğünce Tuna’yı, İnce Donanma’yı, Akıncılarımızı, Estergon’u, Budapeşte’yi, Viyana’yı anlattım. Yahya Kemal Beyatlı’nın o muhteşem Akıncılar şiirini okudum ve arkasından “Akıncılarımızın ruhları için Fatiha” diyerek mikrofonu teslim ettim.
Bu arada şunu da yazmasam olmaz. Bu turlarda bir de “Ekstra” adı altında atılan kazıklar var. Çekoslovakya adında bir devlet varken Slovakya ve Çekya olarak iki devlet haline gelmişlerdi. Ankara’nın bir merkez ilçesinden diğerine geçer gibi düşünebilirsiniz. ETS Tur, yol üstü olmasına ve yalnızca bir parkta eğleşip çevresinde gördüklerimizle yetinilmesine rağmen Slovakya’yı da “Ekstra Tur” olarak pazarlamıştı. Rehbere itiraz ettim ama onun yapacağı bir şey yoktu. Dönüşte, şimdiki Kültür ve Turizm Bakanı olan Mehmet Nuri Ersoy’un sahibi olduğu ETS firmasına yazarak güzergâh üzerinde bulunan ve hiçbir etkinlik yapılmadan kısa bir mola ile geçiştirilen Slovakya’nın “Ekstra Tur” olarak pazarlanmasının doğru olmadığını anlattım. Haklı bulmuş olacaklar ki “Bir daha katılacağımız tur programında bir ekstra tur hediye edeceklerini” bildiren cevaplarını verdiler. Daha sonra pek seyahatim olmasına rağmen ETS Tur’u tercih etmedim. Dolayısıyla “alacaklı” kaldık!
Otelleri ve tur şirketi olan birinin Kültür ve Turizm Bakanı, özel okulları olan birinin Milli Eğitim Bakanı, Ticari faaliyetleri olan birinin Maliye Bakanı, bir diğerinin Ticaret Bakanı yapılması AKP iktidarlarının, haliyle Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin en büyük zaafı ve ayıbıdır. Bütün bunlar, haksızlık ve hukuksuzlukların da kaynağıdır.
Malum, “Neye layıksanız öyle idare edilirsiniz” diye bir Hadis-i Şerif var. Yağmur Tunalı dostumuz da Semiha Ayverdi Hanımefendi’den şu ifadeleri paylaşmış:
“Bugün bizi devlet olarak idare edenler şayet filan veya falan parti değil de melaike olsa gene biz bundan başka olamayız. Zira bir cemiyet düzelmedikçe idarecilerin düzelmesini beklemek abes bir temennidir.”
Elbette, Hadis-i Şerif ve Ayverdi’nin, o kutlu sözün geniş bir açıklaması niteliğindeki ifadeleri doğrudur, yerindedir. Yalnız her elektronik alet, her silah ve her söz gibi bu uyarıları, ikazları okuyup ders alabiliyorsak, olumlu yönde kullanabiliyorsak amacına ulaşmış demektir. Yok, kendimizi, toplumu uyarıp ikaz etme sorumluluğumuzu yerine getirmez ve “Toplum düzelmedikçe bu işler düzelmez, bırakın inceldiği yerden kopsun” diye her şeyi boş verirsek yönetenlerin vebaline ortak olmuş oluruz. Dolayısı ile de “Layık olduklarımız” başımızdan hiç eksik olmazlar.