Türklerin Müslüman oluşları ile ilgili neler neler yazıldı… “Kılıç zoruyla” diyenler, “Kendi kendilerine” diyenler, “Zaten Tek Tanrı inancında idiler” diyenler, diyenler de diyenler, yazanlar da yazanlar, anlatanlar da anlatanlar, o da yetmedi karalayanlar da karalayanlar…
Allah tarafından gönderilen dinler insanlara Peygamberler aracılığı ile ulaşıyor. Kur’an-ı Kerim’de 25 Peygamberin adı geçmekle birlikte bazı Hadis kaynaklarında 124, hatta 224 bin Peygamber gönderildiğine dair bilgiler var. Nahl Suresi 36. Ayette Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: “Andolsun ki her ümmete/topluluğa, ‘Allah’a kulluk edip azdırıcılardan kaçının’ diyen peygamberler göndermişizdir. Allah onların içlerinden kimilerini doğru yola eriştirdi, kimileri de sapıklığa düştü.”
Yunus Suresi 47. Ayet’te de şöyle buyurulmaktadır: “Her topluluğa bir elçi vardır. Elçileri geldiğinde aralarında adaletle hükmolunur ve onlara asla zulmedilmez.”
Nahl Suresi 36 ve Yunus Suresi 47. Ayetlerden ayrı olarak Zuhruf Suresi 23. Ayet’te de “Bir beldeye bir uyarıcı göndermemiş olalım ki…” denilerek tarih boyunca her topluluğa, her ümmete hatta yerine göre her beldeye bir “Uyarıcı/Elçi/Peygamber” gönderilmiş olduğuna vurgu yapılmaktadır.
Bu ayetlerde ifade edilen bilgilerden de “İnsanları doğru yola eriştirmek için” Allah tarafından gönderiler elçilerin yalnızca Kur’an-ı Kerim’de adı geçen 25 peygamberden ibaret olmadığı, insanlık tarihi boyunca başka elçilerin de gönderildiği anlaşılıyor.
Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlıktan çok daha önceleri Türklerde bir “Kök Tengri/Tanrı” inancı olduğu; putlara, aya, güneşe, ateşe ve başka tabiat kuvvetlerine tapılmadığı bilinen bir gerçektir. Prof. Dr. Hikmet Tanyu, “Kök Tengri” teriminde kullanılan “Kök”ün Tanrı’yı ifade etmediğini, “Yücelik” anlamına kullanılan bir sıfat olduğunu, dolayısıyla bu ifadenin “Yüce Tanrı” demek olduğunu ifade ediyor. (H. Tanyu, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Ankara Ü. İlahiyat F. Yayını, 1980, Syf. 15)
Bunun dışında bu konuda araştırmalar yapan Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Prof. Dr. Harun Güngör, Rus tarihçi Gumilev ve pek çok ilim adamı, yazar, araştırmacı benzer sonuçlara varmışlardır.
Burada akademik bir makale hazırlamadığımız için detaylara girmiyorum. Tarihin çok derinliklerine inmeye de gerek yok. Böylesine hassas konularda söylenti, rivayet, efsane gibi anlatımlardan ve nakillerden çok belge esas olacağına göre Göktürklerden kalan bengü/ebedi taşlarda yazılanları esas almamız daha doğru olacaktır.
Bilge Kağan, Kültigin ve Tonyukuk kitabeleri dikkatle okunup üzerinde düşünüldüğünde boş sözler ve kuru öğütler olmadığı görülecektir:
“Açları doyurmak, çıplakları giydirmek”, “Hileye kanmamak”, “Tanrı bilgi verdiği için”, “Tanrı istediği için”, “Tanrı irade etti, onları perişan ettik.”
“Tanrı yardım ettiği için (düşman) çok diye biz korkmadık, savaştık”, “Kağanıma asker gönderdik, Tanrı kudretiyle…”
Bu sözler ve başka benzerleri her üç kitabenin içine serpiştirilmiş durumda. Doğrusunu elbette Yaradan bilir ama hal böyle olunca Hz. Muhammed’in vefatından yaklaşık yüz yıl sonra ve Arabistan’dan çok uzakta; olup bitenden habersiz, Çin esaretinden yeni kurtuldukları için İslamiyet’le tanışma fırsatı bulamamış olan Bilge Kağan, Kültigin ve Tonyukuk’un sanki “hissi kablel vuku”/önsezi, öngörü ile bu tebliğe destek verdikleri düşüncesine kapılmadan edemiyoruz. Yine bu kitabelerde sık sık, “… Sözümü bengü (ölümsüz, ebedi) taşa vurdurdum/yazdırdım” gibi ifadeler geçiyor. Evet, kitabelerin yazıldığı o taşlar aradan 1300 yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen hala dimdik ayakta duruyorlar ve artık koruma altına da alınmış durumdalar.
Tarihçiler, Türklerin İslamiyet’le tanışmalarının 751 yılında Abbasi ordusu ile Çinliler arasında, bugün Kırgızistan sınırları içinde bulunan Talas Nehri civarında yapılan savaş sırasında gerçekleştiğinde birleşiyorlar. Bu savaşta Türkler (Karluk boyu), Türklüğün ezeli ve ebedi düşmanı olan Çinlilere karşı Müslümanları destekleyince aralarında bir dostluk oluşuyor.
İslamiyet’in doğuşu 610, Mekke’den Medine’ye Hicret 622 yılında gerçekleşiyor. Tonyukuk Yazıtı 725, Kültigin Yazıtı 732, Bilge Kağan Yazıtı 735 yıllarında dikilmiş. Türklerden bir grup ancak 751 yılında yani yazıtların hazırlanıp bengü taşlara kazınarak dikilmesinden 20 – 25 yıl sonra Müslümanlarla tanışıyorlar. Buna rağmen, Ötüken Kitabeleri ya da Orhun Yazıtları olarak adlandırılan kitabelerden derleyip yazımızın baş tarafına aldığımız ifadelerle İslami ifadeler arasında hiçbir fark yok.
Burada bazıları “Tanrı” kelimesine takılabilir. Yukarıda izah ettik, Türklerde Tanrı, tamamen Yüce Allah’ı ifade etmektedir. Nitekim İsra Suresi 110. Ayette Cenab-ı Allah, “İster Allah deyin ister Rahman deyin; hangisini derseniz/hangisi ile ifade ederseniz ediniz en güzel isimler O’nundur” buyurarak niyetin önemli olduğunu belirtmektedir. Nitekim bir Hadis-i Şerif’te de “Ameller niyetlere göredir” diye buyurulmaktadır.
Asıl konumuza devam edecek olursak, Ortaasya ya da daha doğru bir ifade ile Türkistan’daki İlk Müslüman Türk Devleti olarak bilinen Karahanlı Devleti 840 yılında yani Ötüken Kitabelerinin dikilişinden 100, İslamiyet’in doğuşundan 230 yıl sonra kurulmuş, İslamiyet’i seçen Karahanlı Hükümdarı Satuk Buğra Han 920 yılında tahta çıkmış. Karahanlıların topluca Müslüman oluşları ise 960 yılını bulmuştur.
Durum bu olunca, Tonyukuk, Kültigin ve Bilge Kağan’ın Orhun Yazıtlarında yer alan ifadelerle Kur’an-ı Kerim’le gelip İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in söz ve davranışları ile nesilden nesile aktarılan düsturların benzerliği daha bir anlam kazanmaktadır.
Son Peygamber Hz. Muhammed olduğuna ve O’ndan sonra artık Allah tarafından Vahiy gönderilmeyeceğine göre Göktürk Veziri Tonyukuk, Göktürk Hakanı Bilge Kağan ve kardeşi Kültigin’e vahiy geldiği için bu ifadeleri kullanmış değillerdir. İslamiyet’in doğuşundan 100 yıl kadar sonra ve hiçbir iletişim kanalının olmadığı çok uzak bir coğrafyada ifade edildikleri için bunun sebebini Türklerin yüz yıllar, hatta bin yıllar öncesinden gelen tarih, inanç, yaşayış ve kültür birikimlerinde aramak gerekiyor.
Tarihimizdeki “Kök/Yüce Tanrı” inancı ve Orhun Yazıtlarında yer alan ifadelerle Nahl Suresi 36. Ayette ifade edilen “Andolsun ki her ümmete/topluluğa, ‘Allah’a kulluk edip azdırıcılardan kaçının’ diyen peygamberler göndermişizdir. Allah onların içlerinden kimini doğru yola eriştirdi, kimileri de sapıklığa düştü” buyruğu ile Yunus Suresi 47 ve Zuhruf Suresi 23. Ayetlerde geçen benzer ifadelerle birlikte düşündüğümüzde de zaten geçmişte İslamiyet öncesi çağlarda Türklere bir yol gösterici, bir elçi/peygamber gönderilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda onlar, Nahl Suresi 36. Ayette ifade edildiği gibi “Doğru yola eriştirilenlerden” olmuşlar, çevreleri Ateist, Budist toplumlarla dolu olduğu halde itibar etmemişlerdir. Bunda, elbette yanlarında yol gösteren, ufuk açan Tonyukuk gibi bilge bir vezirlerinin olması da etkili olmuştur. Günümüzde öyle danışmanlara, yol göstericilere ne kadar muhtaç olduğumuz ortadadır.
Burada, isimlendirerek “Türklere gönderilen Peygamber şudur, budur” diyerek bir tartışmaya yol açmaya gerek yok. Ancak biz, Ayet-i Kerime’de ifade edildiği gibi Türklerin Allah tarafından “doğru yola eriştirilenler” olduğu kanaatindeyiz. Tarihin her döneminde olmakla birlikte son yıllarda giderek çoğalan din bezirganlarının saptırmalarına rağmen gerçek budur.