Üç aylardayız, üstelik Ramazan da yaklaştı ya, Sosyal Medya ile cep telefonlarındaki Dua ve Salavat trafiği hızlandı. İsm-i Azam Duası, Salat-ı Tefriciye vs., vs…
"Allâhümme inni es'elüke bi-enni leke'l-hamdü lâ ilahe illâ ente'l-Mennânü, yâ Hannanü, yâ Mennanü, ya Bedi'as-semâvâti ve'l-ard, Yâ zel celali vel ikram. "Ya Hayyu,Ya Kayyûm. Lâ ilâhe illâ ente sübhaneke inni küntü minez zalimin. Allâhümme inni es'elüke bi-enni eşhedü enneke ente'l-lâhü lâ ilahe illâ ente'l-Ehadü's-Samedüllezi lem-yelid, ve lem yüled ve lem yekûn lehü küfuven Ehad. Elif Lâm Mim, Allâhü lâ ilâhe illâ Hüve'l-Hayyu'l-Kayyûm. Ve ilâhüküm ilâhün Vahidün lâ ilâhe illâ Hüve'r-Rahmanü'r-Rahim. Yâ zel celâli vel ikram. Yâ Erhame'r-Rahimin…”
Bu, gruplar tarafından ya da internet sayfalarında “Reddedilmeyecek Dua” olarak sunulan “İsm-i Azam duası”nın girişi. Devam edip gidiyor. Bazıları biraz kısa kesiyor, bazıları uzattıkça uzatıyor. Arkadaşları, eşimin telefonuna göndermişler, dinliyor. Ben de kulak misafiri oldum ve düşündüm…
Hasbel kader Arapça’ya aşina olan biriyim. Bu dua metninin, “Esmaü’l Hüsna/Allah’ın güzel isimleri”nden derlendiğini de biliyorum. Arap Dili ve Edebiyatı okudum. Ancak böyle Arapça cümle ve terkiplerle yapılan bir dua Arapça bilgisi olmayan, hatta Kur’an-ı Kerimi anlamını hiç bilmeden yalnızca “yüzüne” tabir edilen tarzda okuyabilenler için hiçbir şey ifade etmez. Kur’an okumasını bilmeyenler için de zaten böyle zorlayarak, kelimelerin, cümlelerin kaşını gözünü yararak okumanın bir anlamı da faydası da yoktur. Okumayıp telefondan, televizyondan dinleyip anlaşılmayan duaya “Âmin” demek de insana bir şey kazandırmaz, kabul olmayacak duaya amin demekten farksızdır.
Sıkça gönderilen ve okunması tavsiye edilen dualardan biri de Salat-ı Tefriciye/ferahlanma, rahatlama duası:
“Allâhumme salli salaten kâmileten ve sellim selamen tâmmen ala Seyyidinâ Muhammedinillezi tenhallü bihil ukadü ve tenfericu bihil-kürebü ve tukda bihil-havaicu ve tünalü bihir-reğâibü ve hüsnül-havatimi ve yustaskal ğamamu bivechihil Kerim ve ala âlihi ve sahbihi fi külli lemhatin ve nefesin bi adedi külli ma’lumin lek.”
Dua kitaplarında, internet sayfalarında bu duaların “Türkçe Okunuşları” da verilmiş ama onları anlamak için de ayrı bir tercümeye ve tercümana ihtiyaç var. Bozuk Türkçe ve bozuk cümlelerle yapılan tercümelerde ruh ve heyecan olmuyor.
Kimse kusura bakmasın, özellikle duaların Arapça okunması ve bunun insanımıza adeta dayatılması dinimizin anlaşılmaması için yapılan bir gayrettir. Daha da önemlisi bu dayatma Allah’ın buyruklarına, Kur’an-ı Kerim’deki ifadelere aykırıdır. Şöyle ki:
Kur’an-ı Kerim’de Arapça’nın kudsiyetine ve hele de duaların Arapça olarak yapılması gerektiğine dair bir ifade, bir işaret yoktur. Allah, içinde bulundukları topluma daha iyi anlatabilmeleri için Peygamberlerine kendi dillerinde vahiyler göndermiştir:
“Biz her Peygamberi içinde bulunduğu toplumun dili ile gönderdik ki, onlara apaçık anlatabilsin” (İbrahim Suresi, Ayet 4)
“(Ey Muhammed!) Biz Kur’an’ı senin dilinle indirip kolaylaştırdık. Umulur ki onlar düşünüp öğüt alırlar.” (Duhan Suresi, Ayet 58)
Yani Peygamberimiz Hz. Muhammed Arap toplumunun içinde doğup büyüdüğü için Kur’an-ı Kerim’in Arapça olarak indirildiği açık seçik ortadadır. Daha önceki Peygamberlere gönderilen İncil, Tevrat ve Zebur da Hz. İsa, Hz. Musa ve Hz. Davut’un içinde bulundukları toplumların dili olan İbranice olarak indirilmiş, öyle anlatılmıştır.
Kaldı ki insanlara, Müslümanlara Arapça’nın dayatılması Allah’ın yaratış, insanların yaratılış gayesine aykırıdır:
“Göklerin ve yerin yaratılışı ile DİLLERİNİZİN VE RENKLERİNİZİN FARKLI OLUŞU DA Allah’ın ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için ibretler vardır. Bunu anlayacak olanlar ilim sahipleridir.” (Rum Suresi, Ayet 22)
Demek oluyor ki “Dillerimizin ve renklerimizin ayrı oluşu” Allah’ın takdiridir. Dolayısı ile herkes kendi dilinde dua edebilir. Çünkü Allah ve melekleri konuşulan her dili bilir ve anlarlar. Doğru olan budur. Hatta İmam-ı Azam Ebu Hanife fıkhına göre inananlar kendi dilinde ibadet edebilmelidir. Bu ayrı bir konu olduğu için geçiyorum.
Kur’an-ı Kerim’i okuyabilen, en azından halk arasında “Namaz Sureleri” olarak ifade edilen kısa sureleri, bazı aşrı şerifleri bilenler onları okuyarak namazlarını kılmalıdırlar. Hele de okudukları surelerin anlamlarını da öğrenirlerse tadından yenmez ve böylece olması gerektiği gibi huşu içinde ibadet edebilirler.
Yazdıklarımızda en büyük hatta tek dayanağımız yaratanımızın buyrukları olan Kur’an-ı Kerim. Verdiğimiz misaller tamamen Kur’an kaynaklı. Sureler ve ayet numaraları ortada. Dileyen dilediği mealden, dilediği tefsirden karşılaştırabilir. Asıl konumuz Türkçe Dua olduğuna göre sadede gelelim. Yüce Allah’ın emri:
“Rabbinize alçakgönüllüce ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez. Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O’na korkarak ve rahmetini umarak dua edin. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti iyilik edenlere yakındır.” (A’raf Suresi, Ayet 55, 56)
“(Ey Muhammed!) Beni soran kullarım bilsinler ki, onlara çok yakınım. Kulum bana dua edince duasını kabul ederim. O halde onlar da davetime koşup bana hakkıyla iman etsinler ki doğru yola gidebilsinler.” (Bakara Suresi, Ayet 186)
İnsan başka bir dilde “alçakgönüllüce, için için, yürekten” dua edebilir mi? Örneklerine şahit olduğumuz gibi bağırıp çağırarak, haşa ve haşa Allah’a nutuk çekercesine ve sanki karşımızda bir şahıs varmış gibi, “Ne olursun Allahım, ne olursun” diyerek yalvarmak duayı sulandırmaktır. Duada asıl olan niyettir, samimiyettir, içtenliktir. Süslü cümleler, bağırıp çağırmalar dua adabına aykırıdır. “Şunun duası, bunun duası” diye başkalarının duasını anlamını da bilmeden tekrarlamak yerine içten gelen kendi duamızı yapmamız en doğrusudur.