Her iklimde her bitkinin yetişmediği gibi bilgi, ilim, ahlak, görgü, hatta görgüsüzlük ve hurafe de her ortamda gelişmiyor.
Türkiye’miz, tabir yerinde ise bir “Tarikatlar/Cemaatler/Gruplar Cenneti’ne” dönüştü. Bunda, mevcut iktidarın tutumunun, uyguladığı politikaların, o tür yapılara gizli ve açık olarak verdiği desteklerin payı büyük. Onun için hurafecilik ve dini konulardaki istismar almış başını gidiyor.
Yüzyıllar önce Türkistan’da filizlenip Anadol’umuza, Balkanlara kadar uzanan Ahmet Yesevi Ocağı gibi halisane, Allah rızası için çalışan, siyasete ve ticarete bulaşmayan yapılar olsa elbette söyleyecek sözümüz, eleştirecek tavrımız olmaz, olamaz. Ancak yakın geçmişte öyle bir yapılanmanın yapıp ettikleri, milletimizi ve devletimizi nasıl bir felakete sürüklediği ortada iken benzer yapıların başıboş bırakılmaları olacak iş değil. İşte gördük, o tarikat ya da cemaatlerden birinde aile içi miras kavgası başladı ve birbirlerine girdiler. İşin içinde Allah rızası olsa, para, servet, rant olmasa niye kavga edilsin ki!
Medyatik Hoca efendileri sayesinde popüler olan bir başka yapının “Yanmaz Kefen”, “Rüyada Peygamberi Gösteren Terlik” icatlarını duymuştuk da 26 Ocak Pazar akşamına rastlayan Miraç Gecesi için düzenledikleri “Miraç Kandili Özel Sohbeti” için Keçiören’in farklı yerlerine astıkları pankart ve afişlerinden, “Peygamber Efendimizin Saç-ı Şeriflerinin Suyu”nu da icat ettiklerini öğrenmiş olduk. Sohbete katılanlara bu su hediye edilecekmiş ve afiyetle içilecekmiş!
Merak edip araştırınca ne öğrendim biliyor musunuz?
Peygamberimizin saçları kesilince Sahabe saklarmış. O saçlardan bir bölümü her nasıl olduysa ve her nasıl korunduysa 1400 yıl sonra Türkiye’de de bulunuyormuş ve bu saç tellerinin batırıldığı sular, “Saç-ı Şerif Suyu” etiketiyle şişelenerek müritlere ve düzenledikleri sohbete katılanlara hediye ediliyormuş.
Akıl ve mantık dışı bir durumla karşı karşıya idim ama, cehaletimin ortaya çıkmasını göze alarak Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi olarak görev yapmış olan ilmine güvendiğim bir hocamızı arayıp sorunca şu cevabı verdi:
“Bunlar zamanla daha neler uyduracaklar bakalım. Din üzerinden nemalanıyorlar. Bakalım toprağın altında nasıl hesap verecekleri!”
Sonra, kayda geçmesi için Diyanet’in Alo Fetva Hattı’nı arayıp bildirdim. Telefona çıkan görevli şaşkınlık içinde idi. Ben de “Diyanet dini konularda milleti aydınlatma görevini yapmadığı, yapamadığı için bunlar oluyor” deyince, “Benzeri durumlar çok oluyor, hangi birine cevap verilecek” gibi bir şeyler söyledikten sonra, “Anlattıklarınız kayda alınıyor, mutlaka dikkate alınacaktır” diye ekledi.
Ankara dışında bulunan İlahiyatçı bir arkadaşıma da söz konusu pankart ve afişin resimlerini göndermiştim. O da hayretler içinde, “Yazık, çok yazık. Bu tamamen şirktir. Diyanet İşleri, Başkanlığı, Müftülükler buna derhal el koymalıdırlar. Sorumlular hakkında soruşturma başlatılması lazım. Bu kişiler dine balta vuruyorlar” dedi. Ankara Müftüsü ile tanışıyormuş, durumu bildirmiş ve Müftü Bey “Gerekli yerlere ilettiğini” söylemiş.
Bu konuda Diyanet’in ilgili dernek ve yapılar hakkında suç duyurusunda bulunması gerekiyor. İnşallah yaparlar, ne diyelim?
Tabii ben, bu sohbeti düzenleyip katılanlara “Saç-ı Şerif Suyu” hediye edecek olan derneği de aradım. Çıkan yetkiliye bunun doğru olmadığını, böyle saçmalıklarla insanların dinden soğutulduğunu söyleyince öfkelenip söylenmeye başladı. Sahabenin, “Peygamberimizin hacamat yaptırdığı kanını bile içtiklerini, onun için saçının suyunun içilmesinin normal olduğunu” söyleyince iğrendim. Konuyu Diyanet’e sorduğumu ve doğru bulmadıklarını aktarınca da “Diyanet’e itibar etmediklerini” açıkça ifade etti.
Doğrusu, bunlar yakında “Peygamberimizin hacamat işleminden sulandırılıp çoğaltılan kanı hediye edilecektir” diye de bir pankart hazırlayıp sohbetlerine davetiye çıkarabilirler diye korktum, endişelendim. Kim bilir, “Yanmaz Kefen” ve “Peygamberi Rüyada Gösteren Terlik” pazarladıkları gibi “Saç-ı Şerif Suyu” ve “Kan-ı Şerif Suyu” da pazarlıyorlardır ya da pazarlayacaklardır!
Ben söz konusu afiş ve pankartları görüp yukarıda bahsettiğim faaliyetler içine girerken bir taraftan da telefonuma Cuma mesajları geliyordu. Hepsi de kalıplaşmış, kes, kopyala yapıştır tekniği ile gönderilen mesajlar. “Saç-ı Şerif Suyu” hediye edileceği belirtilen o pankartın resmini de koyarak şöyle bir paylaşım yaptım:
“Böyle bir ortamda kalıplaşmış emoji ve cümlelerle Cuma kutlamak yerine din kılıfına sokulmuş bu modern putperestlikle mücadele etmek daha faydalı olacaktır. Herkes üzerine düşeni yaparsa daha hayırlı bir iş yapmış olur. Diyaneti, müftülükleri arayıp bu hurafeci, din dışı grupları ikaz ederek üzerimize düşeni yapabiliriz. Neymiş, Peygamberimizin saç tellerini batırdıkları suları şişeleyip cemaate dağıtacaklarmış! Din işte böyle elden gidiyor ve etkili, yetkili kim varsa seyrediyor.”
Haksız mıyım yani?
Ve bunun gibi saçmalıklara, hurafecilere, din kisvesiyle ortaya çıkıp her türlü haltı işleyenlere kızıp o meşhur Korkirem şiirini yazan Azerbaycanlı şair Ali Ekber Sabir haklı değil mi?
İşte o şiirden birkaç mısra:
“Mezarda hortlak görirem
Bin türlü tufan görirem
Korkmirem
Harda bir yobaz görirem
Korkirem!”
İnsanları korkutup tiksindirerek dinden soğutmanın vebali büyüktür. Dini duyguları istismar ederek saltanat süren yapılar kontrol altına alınmalı, Diyanet asli görevini yaparak bu konuda cesaretli olmalı, siyasiler de rant uğruna o yapıların verdiği yıkımı görmezden gelip kolaylık sağlamaktan vazgeçmelidirler.