Son birkaç gündür Bolu’daki otel yangınıyla ilgili gelişmeleri ve bu sürecin perde arkasını anlamaya çalışıyorum. Konuyla ilgili mevzuat oldukça karmaşık; açıkçası, bir maddeyi dahi tam anlamıyla kavrayabilmek için birkaç kez okumak gerekiyor. Bu bile sistemin içler acısı halini ortaya koyuyor. Yine de olayın merkezindeki isim olan Tanju Özcan’la ilgili değerlendirmelerde bulunmak gerekirse, benim görüşüm, hukuken üzerine bir sorumluluk yüklemenin mümkün olmadığı yönünde. Elbette kamuoyunda farklı görüşler dile getirilebilir, ancak mevcut hukuki çerçevede Özcan’ın sorumlu olduğuna dair somut bir gerekçe görmek zor.

Peki, durum tamamen eleştiriden uzak mı? Bence hayır. İstifa gerektirmese de, Özcan ve Bolu Belediyesi’nin eleştirilebileceği tek bir nokta var. O da şu: Bolu İtfaiyesi, yangın çıkmadan önce otelde tespit ettiği eksiklikleri, kanuni bir zorunluluk olmamasına rağmen vicdani bir sorumlulukla ilgili makamlara bildirebilirdi. Burada vurgulanması gereken kritik nokta, bu tür bildirimlerin belediyenin yasal görevi olmaması. Yine de vatandaş zihniyetiyle baktığınızda, bu tür bir eksiklik fark edildiğinde, kurumların inisiyatif alarak harekete geçmesini beklemek doğal. Ancak maalesef, bürokrasi realitesi çok daha farklı bir işleyişe sahip.

Bir kurumun, yasal yükümlülüğü olmayan bir konuda aksiyon alması ve bunun sonucunda sorumluluk üstlenmesi, kamu bürokrasisinin alışık olmadığı bir durum. Hatta bin bir iş yükü altında çalışan bir kurumun, yangın çıkmadan eksiklik tespit edip buna müdahale etmesi neredeyse imkânsız bir şey gibi görünüyor. Evet, bu tür bir hareket vicdanen doğru olurdu, ancak yapılmaması da bir suç teşkil etmez. Burada hatırlamamız gereken bir örnek var: THK uçaklarının yıllardır uçamaz halde olduğunu hepimiz biliyorduk. Konu defalarca haber oldu, gündeme geldi, ama yangınlar çıkana kadar kimse harekete geçmedi. Ne zaman ki büyük yangınlar başladı, o zaman herkes yetkililere yüklendi. Peki, diğer kurumlar? Kimse “Bu benim görevim değil ama harekete geçeyim” demedi.

Bolu Belediyesi örneğinde de durum farklı değil. Eğer itfaiyenin hazırladığı rapor ilgili makamlara bildirilmiş olsaydı bile, bürokrasinin hantallığı nedeniyle bu süreçte sorunun çözülmesi mümkün görünmüyor. Bildirim yapılacak, yazışmalar sürecek, gerekli kararlar alınacak, uygulamalar başlayacak… Ancak bütün bu süreçlerin yangın gibi ani ve tahrip edici bir sorunu engelleyecek hızda işlemesi neredeyse imkânsız. Dolayısıyla, belediyenin bu noktada yasal bir sorumluluğu yok ve geciken sürecin doğrudan bir parçası olduklarını söylemek adil olmaz.

Bütün bunları göz önünde bulundurunca, Bolu Belediyesi’nin bu olayda eleştirilebilecek noktaları olduğunu kabul etmek gerekse de, bu eleştirilerin suçlama boyutuna taşınması doğru değil. Tanju Özcan’ın istifası ise tamamen kamuoyunun kanaatine bağlı bir durum. Vatandaş, her konuda istifa talebinde bulunma özgürlüğüne sahip. Ancak istifa gibi ciddi bir adımın hukuki ve ahlaki temelleri olmalı. Bu bağlamda Özcan’ın istifasını gerektirecek bir sorumluluğu olduğunu düşünmüyorum.

Bu olay bize bürokrasinin nasıl işlediği, sistemin ne kadar yavaş olduğu ve sorumluluk zincirlerinin ne kadar karmaşık olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlattı. İdeal bir dünyada, kurumlar yalnızca yasal zorunluluklarına bağlı kalmaz, vicdani sorumlulukla hareket ederdi. Ancak ne yazık ki, mevcut sistemde bu tür inisiyatiflerin alınmasını beklemek fazla iyimser bir yaklaşım olur. Sonuç olarak, Bolu Belediyesi’ni suçlamak yerine, ancak daha proaktif olmaları gerektiği konusunda eleştirilerde bulunabiliriz. Bu da mevcut bürokratik yapının baştan sona sorgulanması gerektiğini gösteriyor.

Yangınlar, yalnızca fiziksel yıkıma değil, aynı zamanda yönetim ve sorumluluk kavramlarının da ne kadar zayıf işlediğini gözler önüne seriyor. Eğer gerçekten ders almak istiyorsak, suçlu aramak yerine, sistemin her parçasını daha etkili ve hızlı çalışır hale getirmeye odaklanmalıyız.