Buram buram samimiyet, sadakat ve hüzün barındıran başlıktaki sözü Zafer Partisi Genel İdare Kurulu üyesi kıymetli kardeşim Burak Aşıkoğlu’nun sosyal medya hesabında gördüm. Görünce derin bir düşünce alemine daldım; evet, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ bir haftadır şimdiki adıyla Marmara Cezaevinde tutukluydu. Evet, birilerinin içi yanıyordu fakat birileri ise olmadık davranışlar içindeydi.

Zafer Partisi, Türkiye siyasetinde ivmesini üst sıralara çıkarmayı başarmıştı. Çıta artık baraj maraj hesabı gütmeyecek kadar yükselmeye meyil etmişti ki Ümit Özdağ Beyefendi’nin gözaltına alındığı haberi geldi. Daha ilk anlardan itibaren de bir amatörlük baş gösterdi; çünkü kriz anına yönelik bir planlama ortada yoktu. Kimin hangi pozisyonu alacağı, kimlerin hangi illere derhal ziyaretlerde bulunup o illerdeki teşkilatları koordine edeceği ve kimlerin televizyon programlarına çıkacağı kararlaştırılmamıştı.

İlk gün avukat ordusu davaya müdahil olmak istemiş, hukuktan bir kale Çağlayan Adliyesine inşa edilmişti. Sonra avukatlardan peşi sıra açıklamalar gelmeye başlamış; takip eden süreçte açıklamalar birbirlerine laf sokar vaziyette servis edilir olmuştu. Canlı yayınlara vazifesi olmayan lakin üzerlerine vazife görenler çıkmaya başlamış bu da bagajı dolu olanlarca icra edildiği için sosyal medyada o kişilere karşı tatsız hatırlatmalar yapılır olmuştu. Televizyon programlarında ise maalesef yapılmaması gereken açıklamalar dile getirilmiş; konu Ümit Özdağ’ın gözaltına alınmasından ziyade seçim ittifakı pazarlıklarına döndürülmüştü.

Bütün bu olumsuz gelişmeler partinin genel başkan vekili seçilen Ali Şehirlioğlu’nca bertaraf edilecektir. Onun ferasetine kamuoyunca müthiş bir güven vardır fakat bunda hem genel merkez hem diğer teşkilatlara büyük görev düşmektedir. Mesela “Ankara ile İstanbul ekibi arasında sıkıntı var” dedikodusu bir an evvel sonlandırılmalı; buna yönelik çalışmalar hemen başlatılmalıdır. Keza “Ankara ekibi Maltepe Huzurevinden farksız” şeklinde oluşan algıyı da behemehâl yıkmak gerekmektedir. Bunun da çözümü çok basittir; genel merkez yöneticileri asla bir gün bile oturmadan yurt gezilerine başlamalıdır. Dükkân dükkân, esnafları ve Pazar yerlerini gezerek halkı bilinçlendirme faaliyetlerine girişilmelidir. Aksi halde maksimum üç hafta içinde partinin potansiyeli dibe doğru çekilmeye kendiliğinden başlayacaktır.

Ali Dinçer Çolak’a ayrıca değinmek olmazsa olmazdır. İsmini yazmamdan ötürü büyük ihtimalle “ne gerek vardı” diyecektir ama yazmazsam da ben huzursuz olacağım. Geçmiş dönem partinin teşkilatlarına ağabeylik yapan, teşkilatçılık noktasında yapabileceği her şeyi yapan adamın adıdır Ali Dinçer Çolak. Ali Bey, daha ilk gün teşkilatçılığını göstermiş ve “Zafer Otağını” cezaevinin önüne kurmuştur. Arazinin usule uygun kullanılmadığı uyarısından sonra usule uygun bir şekilde tarımsal faaliyetleri başlatarak mücadelesini her şartlarda sürdüreceğini belli etmiştir.

Ve son olarak çalışmaları takip ederken arayıp sorduğum ve icraatlarını öğrenip özel olarak teşekkür de ettiğim kıymetli büyüğümüze de köşem vesilesiyle tekrar teşekkür ediyorum. Yaptığı o kadar iyiliğe rağmen bizzat herkese “aman makam mevki için yaptığımız sanılır; lütfen şunu benim aldığımı, bunu benim getirdiğimi söylemeyin” diye tembihleyen vatansevere “iyi ki varsın” diyorum.

Geçmiş olsun üniversite hocam,

Geçmiş olsun Zafer Partisi ailesi…