Dünyanın her yerinde etnik milliyetçiliklerin hedefleri aynıdır: bir halk veya etnik grup adına çalışırlar, amaçları teriyoryal/toprak hedeflidir, anavatan dedikleri bir toprak parçasını var olduğunu düşündükleri bir işgalci devletten kurtarmayı amaçlarlar, hedefleri bölgeseldir, kendilerine ait olduğunu düşündükleri toprak parçasında işgalci olduğunu düşündükleri devletin çıkarlarını hedef alırlar.
Terör yoluyla, korku salınarak toplumun dirençleri, hedef devletin iradesi kırılmaya çalışılır.
Korkuları yönetmek sadece örgütlerin işi değildir, bazen devletler de bu yola başvurur. Elindeki imkanları, özellikle yargıyı bu amaçla kullanırlar.
Muhalifleri gerekirse - suç uydurarak- susturur, cezalandırır ve itibarsızlaştırırlar.
Baskıcı, otoriter yönetimlerin idare tarzı budur.
Demokrasi pazarlayarak uluslararası itibar devşirmeye çalışan ülkeler bile zaman zaman aynı yola başvurur. ABD’de,1966 yılında kurulan ve esas hedefi Afro- Amerikalılara yönelik polis şiddetini önlemek olan Maocu Kara Panterler Partisi bu yöntemle tasfiye edildi. Amerika hükümeti,bu partiyi ülke için tehlikeli görerek 1967’de başlattığı karşı istihbarat programı ile yüzlerce üyesini
tutuklamış, bir kısmını da öldürerek partiyi çökertti. Partinin, Maocu ve siyahların savunucusu olması tehdit olarak görülmesi için yeterli olmuştur.
Suç bazen kanun kitaplarında yazan değil, siyasetin amaçları ve önündeki engellerdir.
Hele iktidarda olanlar kendilerine ilahi bir misyon biçiyorlarsa bu yöntem daha çok devreye sokulur. Otokratların çoğu kendilerini -gökten gelen bir kararla- görevlendirildiğine inanır. Bu, sadece İslam toplumlarına mahsus bir zaaf değildir. Fanatizm ve bağnazlığın baskın olduğu her toplumda görülebilen bir hastalıktır.
Kevin M. Kruse şöyle anlatır: George W. Bush, kendisinin başkan seçilmesinin gerçekten ilahi bir tarafı olduğuna inanmaktaydı. Vaiz Roberson’a ” Tanrının benim başkanlığa aday olmamı istediğini hissediyorum. Bunu açıklayamam ülkemin gelecekte bana ihtiyacı olacağını hissediyorum,” diyecektir.
New York Times yazarlarından Maureen Down’a göre bu dönem niş pazarlama çağıdır ve İsa’nın kendisi de bir niştir. George Bush, İsa’nın toplumdaki sayısal etkinliğini yoklamaktadır ve İsa bu yoklamalarda gayet yüksek oy almaktadır. “Bush’u siyasi dindarlığa iten de buydu. Nitekim Guy Lawson şöyle diyecektir: O kendi dinini, ABD tarihindeki tüm başkanlardan daha fazla siyasi bir araç olarak kullandı. İsa onun bir numaralı danışmanıydı. Ancak tüm bunlara rağmen biz onun gerçekte neye inandığını bilmiyoruz”(Erdem Güven, Korku İletişimi, Nobel Yayınevi) Diktaya giden yollardan biri budur: kendini Tanrının elçisi ve özel görevlisi olarak görmek. Bu inanca sahip olanlar, kendilerine biçtikleri ilahi misyonun bir sonucu olarak muhaliflerini de Tanrı’nın düşmanı olarak görürler. Diktaya giden yol böyle açılır. Otokratlar kendilerini beşerî yasalarla sınırlı hissetmezler. Kanunların verdiği yetki onları tatmin etmez, Tanrı adına hareket ettikleri için Tanrı yetkisi isterler. Açıkça dillendirilmese de böyle yönetimlerde muhalefet küfürdür ve her türlü muameleye müstahaktır.
Bu algı ve siyaset biçimi sonunda ülkeler demokrasi liginden diktatörlük ligine düşerler. Halk dindarlaştığını sanırken ağır bir esarete sürüklendiğini fark etmez. Fark ettiğinde de çok geçtir.