Askeri tarihinin istihbarat tarihiyle eşgüdümlü olduğu ender devletler vardır. Bunlardan biri de Türkiye'dir. Türkler binlerce yıllık tarihlerinde -kimi tarihçilere göre Çin'e ilham vererek; kimilerine göre Çin'den ilham alarak, istihbarat mekanizması ile askeri yapılanmasını birlikte büyütmüş ve mutlak neticeleri bu sayede elde etmiştir. Bunun son neticesini Kıbrıs Barış Harekâtında gördük. Şimdi ise başka bir sürece hatta tarihin kırılma anlarından birine evrilmiş durumda olan bir Türkiye ile karşı karşıyayız.
Bu girişi niye yaptım? Bakınız doğrusuyla yanlışıyla ilk kez denediğimiz bir terörle mücadele sürecinin mahvoluşunu 793 resmi görevli; sayısı açıklanamaz olan ve yine özenle yetiştirilmiş vatan evlatları şehit vererek izledik. Dün neden süreci yarıda bıraktığımızın sebebi gayet açıktı. Bin yıllık Anadolu hikayemizin karanlık ve gri sayfalarını oluşturan; Anadolu'nun saf çocuklarını kendilerine aparat olarak kullanan fetullahçı terör ve istihbarat servisinin Milli İstihbaratımız ve Türk Silahlı Kuvvetlerimiz başta olmak üzere devletimizin ana omurgalarına sızmaları o gün milyonların umudu olan süreci durdurmuştu. Onlar başardığını zannederken devletimiz bir B planı ile süreci ortadan kaldırmak yerine buzdolabına kaldırdığını ilan etmişti.
İşte tüm bu sürecin asıl mimarı, mühendisi istihbarat teşkilatımızdır. Süreci buzdolabına özenle kaldıran ve sızmaları bertaraf eden güç istihbaratımızın milli unsurlarıdır. Şimdi buz tutan süreci mikrodalgaya atıp doğrudan sunuma hazırlayan iradeye karşı sofrayı yerle yeksan edip yeniden buzdolabına atılabilecek hiçbir şeyi bırakmamaya ant içmiş bir güruh açıktan taarruz halinde. Bu taarruza karşı yapılması gereken iki hamle mevcuttur. Bu iki hamle hem içeride tam kontrolü sağlayacak hem de dışarının içeriye müdahalesini imkânsız hale getirecektir.
Tanrının kırbacı; Papa'ya diz çöktürüp vergi olarak haremini sundurma kudretini gösteren Atilla'nın muhteşem bir sözü vardır; "Eğer sınırlarınızda sorun varsa bunu gidermenin tek yolu sınırlarınızı genişletmektir." Kılavuzluk için daha başka neye ihtiyaç vardır? Neyi bekliyoruz? Yoksa sızmalar tüm organizmayı ele geçirip metastaza mı dönüşmüştür? Sınırları genişletmek için sınır ötesinde yeni bir sınır hattı çekmek gerektiğini ifade etmeyen bu kutlu söze niçin itimat etmiyoruz?
Evet, Sayın Meclis, Sayın Cumhurbaşkanı; tezkereyi yenileme vakti gelmedi mi? İki yıllığına çıkarılan son tezkerenin süresi bitti bitiyor. İçeride terörle mücadele edip başka bir metodoloji uygulamaya devam edeceksek dışarıda mutlak surette askeri gücümüzü tesis etmeliyiz. Bunu da tezkereyi tek bir ülke coğrafyasına istinaden değil; bölge coğrafyasına hâkim olacak şekilde çıkararak gerçekleştirebiliriz. Sürecin başarıya ulaşması için bu kadarı yetmeyecektir elbette. Tezkerenin bir iç versiyonu olan gerekli yasa değişikliklerini veyahut yeni yasaları çekinmeden uygulamaya koymalıyız. Karşı olduğum tek cümlesini çıkarıp şu maddeler esasında uygulamaya konulmasının menfaatlerimize olduğu hakikattir...
- Türkiye'nin milli güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak,
- Irak ve Suriye'deki tüm terör örgütlerinden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı milli güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak,
- Türkiye'nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler ve bunlarla ilgili olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak,
- Gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilebilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkan sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması…”
Bütün bunları dile getirip kalemimi serbestçe gezdirdiğim için antidemokrat olmakla da tam demokrat olmakla da tanımlanacağım. Hazindir ki desteklenirken de kösteklenirken de "demokrasi" kelimeleri baz alınacaktır. Yine hazindir ki "demokrasiyi rayına oturtmak" ve "demokrasiye balans ayarı vermek" için de demokrasiyi kullananlarca, güya diktatörlükle suçladıklarını desteklemekle itham edileceğim. Varsın öyle olsun; başka bir Türkiye var mı diye çok araştırdım, bulamadım. Ülkenin yeniden bir kırk yılı bu şekilde geçiremeyeceğini ise çok araştırdım ve iyi öğrendim...