Zıvana, daha çok mimari yapılarda, marangozluk işlerinde kullanılan Farsça kökenli bir kelime, ahşap ya da taş işçiliğinde kullanılan geçmeli kilit sistemi. Daha doğrusu, ahşap ya da taş bir sütunun, bir parçanın üzerinde oluşturulan dilin/çıkıntının oturtulup monte edildiği oyuk için kullanılan bir ad. Bunun en basit örneklerini hemen hepimizin evinde, bürosunda kullanılan sandalyelerde, masalarda görebiliriz. Büyük ve önemli örneklerine ise mimari yapılarda ve sanat eserlerinde rastlarız. O dil, o çıkıntı “zıvana” denilen oyuğa milimi milimine monte edilmeli ve oynamamalıdır. Oynarsa Allah muhafaza sandalyeden düşenin beli kırılabilir, binalardaki bir kilit taşı, bir sütun zıvanadan çıkarsa bu defa felaket olur. Onun için “Zıvanadan çıkmak” çok önemli ve önemli olduğundan daha fazla da tehlikeli bir iştir.

Peki ya bir ülkedeki adalet zıvanadan çıkarsa?

Türkiye iki büyük terör belası ile boğuşuyor: PKK ve FETÖ! Devlet nerede ise kırk yıldır işi gücü bıraktı da enerjisini terörle mücadeleye harcıyor. Bizler de yıllardan beri “Kökü kazındı, kazınıyor”, “İnlerine girdik, giriyoruz”, “Terör yuvaları dağıtıldı, dağıtılıyor”, “Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacak”, “Onlara hayatı zindan ettik, ediyoruz” gibi lafları dinleye dinleye bir hal olduk. Tam “Terör bitti” gibi oluyor mesela, ortaya bir “Çözüm süreci” safsatası atılıyor. Bu süreç ise terör örgütü ya da örgütlerinin toparlanıp güç kazanmasından başka bir işe yaramıyor. 19 Ekim 2009’da yaşanan Habur rezaleti, 21 Mart 2014’teki Nevruz törenlerinde terörist başının mektubunun Diyarbakır meydanında HDP milletvekilleri tarafından okunması ve 29 Ekim 2014’te yaşanan Peşmerge grubunun Irak’tan ülkemize sokulup Suriye’deki Ayn-el Arab’a sevkedilmesi düpedüz bu konudaki kilit taşlarının yerinden oynatılıp işin zıvanadan çıkmasıdır. Ne yazık ki bu üç örnek de iktidarın, dolayısıyla devletin izni ve bilgisi ile oldu. En yetkili ağızlar Habur rezaletinin yaşandığı günlerde “Ülkede güzel şeyler oluyor” demiş, Peşmergeler geçirilirken de devrin Başbakanı “Kobani’ye selam olsun” diye haykırmış, bir başka vesile ile yurt dışında kaçak olarak bulunan Şivan Perverin de davet edildiği toplantıda İbrahim Tatlıses’le birlikte “Megri megri” türküsü söylenip halaylar çekilmişti. Oysa “megri megri” PKK’lı bir terörist için yakılan bir türkü idi.

O sıralarda pek çok AKP yetkilisi, milletvekili ile bazı akademisyenler, Hilal Kaplan gibi Pelikancılar, Bengisu Karaca gibi köşe yazarları ya da benzerlerinin terör örgütü liderini öven, adeta o bebek katilini sütten çıkmış ak kaşık gibi gösteren sözleri unutulmadı. Zaten arşivler unutturmuyor. Merak edenler bütün bunları hem de kendi ses ve görüntüleri ile bulup dinleyebilir ya da okuyabilirler.

Keza aynı durum, aynı aymazlık, aynı ihanet Fetö konusunda da var. Bu konudaki siyasi ayak, Fetö’ye övgüler düzen Nagehan Alçı ve kocası gibiler hesaba çekilmedikten sonra her şey boştur. Siyasi ayak konusunda benim kırmızı çizgim, hem de TBMM kürsüsünden bas bas bağırarak “Muhterem Fethullah Hoca efendiye terörist diyemezsiniz” diyen Bekir Bozdağ’dır. İşte, 15 Temmuz’dan sonra o şarlatan resmen terörist ilan edildi ama Bozdağ için hiçbir işlem yapılmadı, yapılmıyor. 15 Temmuz gecesi Bozdağ’ın, TBMM’de milletvekillerini ateşlemesi önceki cürmünü affettiremez.

Fethullah’ın verdiği bir dolarları bulunduranlar tutuklandı ama mesela takke giydirdiği Isparta Milletvekili Recep Özel son mahalli seçimler sırasında AKP’nin YSK temsilcisi idi. Başka kimlere takke giydirmiş olduğu ve bunun ne anlama geldiği mutlaka araştırılıp gereği yapılmalıdır. FETÖ Terör Örgütü’nün lideri ile grup halinde resim çektiren AKP milletvekilleri yine revaçta, hiçbirine dokunulmadı. Fethullah’ın yanında süklüm püklüm durup resim çektirenlerden halen önemli görevde olanlar var. Ama ne yazık ki sade vatandaştan pek çok kişi mağdur. KHK’lerle işten atılıp haksızlığa uğrayanlar arasında ilgilerinin olmadığı anlaşılanlardan hâlâ işlerine dönemeyenler var.

“Devletin dini adalettir!” Ne kadar güzel ve doğru bir söz. “Şüphesis Allah adaletli olanları sever” (Hucurat Suresi, ayet 9).

Ancak ne yazıktır ki adalet işleri zıvanadan çıkmış durumda. Son günlerde CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun bilmem kaç sene önce attığı tweetler yüzünden ceza alması bir hayli gündem oldu. Terörü, terör örgütünü, örgüt liderini övmek, bunu yaparken devlete laf söylemek elbette suçtur, olmaması gereken bir iştir. Ancak ne var ki devletin dini gerçekten adaletse bu uygulama ona ayrı buna ayrı işlememelidir. Mesela, aynı hukuk sistemi içinde Terörist başının kardeşi olmasının ötesinde 70’e yakın vatan evladının katili olup “kırmızı bülten”le arananlar listesinde olan Osman Öcalan’ın TRT’de ekrana çıkarılıp röportaj yapılmasının “ifade özgürlüğü” olarak değerlendirilmesi olacak iş değildir. Kaldı ki bu, yayın yolu ile ve görüntülü olarak bütün dünyaya yayıldığı için daha ağır bir suçtur ve daha büyük bir cezayı gerektiriyor olmalıdır. Doğru olan, adil olan bu işi yapan TRT yetkilileri ile yukarıda sözünü ettiğim siyasilerle gazeteci, akademisyen, her ne ve her kim iseler mutlaka yargılanıp hesap vermeleridir.

Bu yapılmayıp iş zıvanadan çıkınca bakın başka neler oluyor?

Geçtiğimiz günlerde, Galatasaray Teknik Direktörü Fatih Terim, Kayserispor maçından sonra yaptığı açıklamalardan sonra “tedbirsiz” olarak Futbol Disiplin Kurulu’na sevk edilmişti. Bildiğimiz kadarı ile “tedbirli” olarak sevk edilmenin cezası en az üç maç ya da üç hafta iken “tedbirsiz” olarak sevk edilme durumunda bazen cezaya bile gerek görülmez, bazen de para cezası ya da bir hafta ile geçiştirilir. Ancak tuhaf bir şey oldu. “Tedbirli” olarak sevk edilen Hasan Şaş’a 3, “tedbirsiz” olarak sevk edilen Fatih Terim’e 4 maç ceza verildi. İtiraz sonunda da bu ceza 3 maça indirildi. Takip edebildiğim kadarı ile taraflı tarafsız spor otoriteleri bu işe akıl erdiremediler. Futbol otoriteleri, kıyaslama yaparak Fener Bahçe Kulübü Başkanı Ali Koç, Beşiktaş Kulübü Başkanı Fikret Orman, Rizespor Kulübü Başkanı Hasan Kartal ve Kayserispor Başkanı Erol Bedir’in verdikleri itham ve tehdit edici beyanatlar yüzünden aslında “tedbirli” olarak disiplin kuruluna gönderilmeleri gerekirken gönderilmemeleri ya da adet yerini bulsun kabilinden ikaz edilmelerini “çifte standart” olarak nitelendirdiler. Onlara göre, “Böyle giderse bu futbol sezonu bitmez!”

Anlaşıldığına göre, Galatasaray’la Kasımpaşa Spor ve Gazi Şehir Gaziantep Spor Beşiktaş maçında da fahiş hatalar, adaletsiz uygulamalar yapılmış. Bu konuda kulak misafiri olduğum Erman Toroğlu, “Galatasaray’ın kesin bir penaltısının ve golünün verilmediğini”, “Gazi Şehir Gaziantep Spor futbolcularından birinin de bir önceki hazırlık maçında kırmızı kart gördüğü için 41. Madde gereğince ceza kuruluna sevk edilmesine rağmen bilmem kaçıncı maddeye göre işlem yapılıp kitabına uydurularak Beşiktaş maçında oynamasının sağlandığını” ifade ettikten sonra Futbol Federasyonu ile Ceza ve Tahkim kurullarına çok ağır sözler söyledi.

Demem o ki, nasıl “Bir şey değişince her şey değişebiliyorsa”, adaletin kilit taşları da zıvanadan çıkınca her alana sirayet ediyor. Bu olup bitenler bana, alâkasız gibi görünse de her nedense, devletin Ermenilerle ilgili politikasını uygulamasına rağmen Osmanlı’nın son döneminde, Nemrut Mustafa Paşa başkanlığında toplanan Divan-ı Harp’te yargılanıp 10 Nisan 1919’da Beyazıt Meydanı’nda idam edilen Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey’i hatırlattı. Milli kahraman Kemal Bey, sözde mahkeme heyetine diyeceklerini dedikten sonra meydanda toplanan kalabalığa şöyle sesleniyordu:

“Sevgili vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarında budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet! Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Amin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet…”

Evet, yaşasın millet, yaşasın devlet. Ancak yeter ki millete adil davranılsın ve “Kahrolsun böyle adalet” dedirtecek uygulamalara meydan verilmesin. Adalet herkese ve her kuruma gereklidir. Onun içindir ki “Adalet mülkün temelidir” denilmiştir. Adalet zıvanadan çıkar ve yıkılırsa devlet de yıkılır millet de.