Çoktan beri ve özellikle son on yıldan beri çokça duyduğumuz bazı cümleler var: “Onlar Müslümansa ben değilim!”, “Ben onların dininden olamam!”, “İslamiyet bu ise ben Müslüman değilim!..” Buna benzer başka ifadeler…

Bu durum, o meşhur deyimle, “Pireye kızıp yorgan yakmak” ya da “Papaza kızıp oruç bozmak” gibi bir şey ama insan, “Evet, o sözü/sözleri dediler de sorun bakalım niye, neden, niçin söylediler” diye sormadan da kendini alamıyor.

Çünkü haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, adam kayırmacılık kol geziyor. Lüks, israf, şatafat doludizgin yol alıyor. Pahalılık almış başını gidiyor, piyasa adeta yanıyor, zamlar, vergiler yağmuru da geçmiş dolu gibi yağıp kasırga gibi esiyor, milletimiz çaresiz. Tarım ve hayvancılık can çekişiyor, üretici artan maliyetlerden dolayı emeğinin karşılığını alamıyor, ürettiğine üreteceğine kahrederek yok pahasına elden çıkarmaya çalışıyor.

Ortada böyle bir manzara varken o da ne?

Türedi zenginler, gösteriş budalası tipler ortalıkta cirit atıyor. Güzel yurdumuz tabir yerinde ise tam bir “Uyuşturucu Cenneti” ve “Mafya sığınağı” olmuş. Dünyanın çeşitli ülkelerinden baronlar, “babalar” İstanbul’u, İzmir’i, sahil beldelerini mekân tutmuşlar.

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” düsturunca “isyan” demeyelim ama sesini duyurmaya kalkanlar ise susturuluyor, tutuklanıyor, korkutuluyor. Öyle ki, devlete karşı “boynu kıldan ince” olan milletimiz, palas pandıras, önü sonu düşünülmeden yapılan özelleştirmelerden sonra şirketlerin eline geçen hizmet sektöründeki haksızlıklara, keyfi uygulamalara bile sesini çıkaramaz oldu. Sesini çıkaramayanların ellerinde, gönüllerinde, kalplerinde tek bir seçenek kalıyor: “Buğz etmek”, yani iç isyanını bastıracak bir yol bulup kötülemek!

Onun içindir ki, “Onlar Müslümansa ben değilim!”, “Ben onların dininden olamam!”, “İslamiyet bu ise ben Müslüman değilim!..” gibi sözleri sıkça duymaya başladık. Çocukluğundan beri namazında niyazında olan, hatta İmam Hatip mezunu, İlahiyatçı olanlardan sırf bu yüzden camilere gitmeyenler, hatta Cuma Namazlarını ter edenler var. Çünkü Diyanet İşleri’nin de üzerine düşen görevleri yapmadığı ve siyasetin dümen suyuna girdiği kanaati hâkim durumda.  Bir arkadaşım, bir komşum; şahidim ki beş vakit namazını kılıyor. Hatta daha birkaç gün önce birlikte bir misafirlikten gelirken, yolda lafa tutan oğluna sesleniyordu: “Tamam, tamam… Namaz vakti geçecek, bir an önce eve gidelim!..”

Gelin görün ki bir örnek olarak gösterdiğim bu arkadaş Cuma namazları için bile camiye gitmiyor.  Benzer örnekler hemen herkesin çevresinde var. Peki, onları dinden soğutup camilerden uzaklaştıranlar! Bunun vebalini nasıl çekeceksiniz?

İnsanların, inananların bu duruma düşmesi, düşürülmesi ne kadar acı değil mi?

Ben de diyorum ki: “İyi de arkadaş, kardeş; onların yanlış içinde olduğunu bile bile “Onlar Müslümansa ben değilim” demek doğru mu? Kendinden şüphen mi var? Ya onlar değil de asıl Müslüman olan sensen!

Öyle ya, sende İslamiyet’in hoş görmediği gurur yok, kibir yok, yalan söylemiyor, haksızlık yapmıyor, kul hakkı yemiyor, üç – beş yerden maş almıyor, işini doğru dürüst yapıyorsun. Adam kayırmıyor, herkesle iyi geçiniyor, İslamiyet’in emrettiği iyi işleri yapıyor, kötülüklerden kaçıyorsun. Ahlaki zafiyetlerin yok. Yani sen bir Müslüman’sın. O halde bu şartları taşımayanlara, bazı siyasilere, hatta siyasetin emrine girdiği kanaatine vardığın Diyanet’e kızıp niye “Onlar Müslümansa ben değilim” diyor ya da benzer cümleler kuruyorsun?

Ortada “Müslüman ölçer” ya da “İman ölçer” diye bir alet yok. Teknoloji böylesine ilerlemiş, “Yapay zekâ” diye bir uygulama her işe burnunu sokmuş olmasına rağmen “Kalplerde olanı bilen yalnızca Allah’tır.” (Fatır Suresi, ayet 38)

İslam Peygamberi Hz. Muhammed çevresinde bulunanlara bir soru sorar, oradakiler de “Doğrusunu Allah’ın Resulü bilir” derlerdi. Çevresinde bulunanların sorduğu bazı sorulara da O, “Kendisine sorulan, sorandan daha çok bilgi sahibi değildir” diye cevap verirdi. Kalplerde olanı ve her şeyin doğrusunu Allah bildiğine, bileceğine göre “Onlar Müslümansa ben değilim” diyerek işin içinden çıkamayız. Kendimize güveniyorsak ve inanıyorsak asıl Müslüman olan bizleriz, sizlersiniz.

Bir mesele daha var… İslamiyet’le Arap kültürünün birbirine karıştırılması, Cahiliye dönemi adetlerinin İslamiyet’in içinde gibi görülmesi ya da gösterilmesi ve bu konuda tartışmalar olması!

İslamiyet Arap kültürü değildir, Arapça da kutsal bir dil değildir. Bunu defalarca yazıp doğrudan Kur’an-ı Kerim’den aldığım ayetlerle açıkladığım için tekrar edecek değilim. Ancak piyasada öyle şarlatanlar var ki Kur’an-ı Kerim’in niye Arapça olarak gönderildiği açık seçik ifade edilmiş olmasına, dillerin ve renklerin farklı olmasının da “Allah’ın ayetlerinden” olduğu bildirilmesine rağmen ısrarla bir şeyler pompalamaya, fitne çıkarmaya çalışıyorlar. Bu konuda pek çok yazı yazıp yayınlamakla da yetinmeyip “Dini Cehalet ve Çıkış Yolu isimli bir kitapta topladım. Merak eden ve iyi niyet taşıyanlar bulup okuyabilirler.

İslamiyet’i “Arap kültürü” olarak görmek büyük bir cehalet örneği ise, Arap kültürünü dinimizin bir rüknü gibi İslamiyet’in içine boca etmek daha büyük bir cehalettir ve ne yazık ki her iki aşırılık da yaşanmaktadır.

Bazıları ve hatta daha açık ifade edeyim; okumuş yazmış kişiler arasında olanlar bile “Namaz mı Arap kültürü, oruç mu Arap kültürü? Arap kültürü olup İslamiyet’te yaşanan bir şey gösterin; gösteremezsiniz!” diye feveran ediyorlar. Dahasını da söylemeliyim; sanırım hala Ankara Müftüsü olarak görevde bulunan Hoca Efendi, birkaç yıl önce Ankara’da düzenlenen İcazet Töreni’nde gencecik hafızlara kelimesi kelimesine aynen şunları söylüyordu:

“Ben Ankara Müftüsü olarak diyorum ki, Kütüb-ü Sitte’de bulunan Hadislerin tamına iman etmişizdir. -Lütfen dikkat buyurun- Hatta zayıf Hadislere bile iman etmişiz Allah’ın izniyle!..”

Bu olacak iş mi Allah aşkına?

Kütüb-ü Sitte, muteber ya da sahih/doğru olduğu rivayet edilen hadislerin toplandığı altı Hadis kitabına verilen ad. Orada bile tartışma konusu olan Hadis rivayetleri varken “Zayıf Hadislere bile iman etmişizdir Allah’ın izniyle” demek Arap kültürünü İslamiyet’in içine sokmak demek değildir de nedir? Kaldı ki dinimizde “Hadislere İman” diye bir dal, bir konu, bir anlayış, bir şartın olmadığını herkes bilir. Hadislere iman edilmez ama zayıf ya da uydurma olmayan güvenilir/sahih hadislerle amel edilir, ibadetlerimizde, hal ve hareketlerimizde onları dikkate alırız.

Bu can alıcı örneği verdikten sonra oturup kalkmaya, yiyip içmeye, kadınların dışlanıp köle muamelesi yapılmasına yol açan Arap kültüründen, Arapların cahiliye devri anlayışından olup da dinimizin bir rüknü, Peygamberimizin birer sünneti imiş gibi gösterilmeye çalışılan örnekler birer teferruat olarak kalsa da insanı yaralıyor, toplumda huzursuzluk yaratıyor.

Kadınların yok sayılması zaten her şeyden önce ticaret erbabı Hazreti Hatice’ye, Peygamberimizle birlikte sefere çıkan, O’nun vefatından sonra anlaşmazlığa düştüğü Hazreti Ali’ye karşı asker çıkaran ve iki binden fazla Hadis-i Şerif’in rivayetçisi olan Hazreti Ayşe’ye hakarettir. İslamiyet kadını yok saysa, köle gibi görse idi Hazreti Hatice Peygamber Efendimizin en büyük destekçisi olamaz, Peygamberimiz onun tavsiyelerine uymaz, Hazreti Ayşe evine kapanıp kimse ile görüşmez, kendince haklı gördüğü siyasetini uygulamak için kavgayı göze almaz ve en mühimi bunca Hadis-i Şerif’i nakledemezdi.

Arap kültürü ile İslami düsturların ayırt edilmesi gerektiğini söyleyenlere laf eden okumuş yazmışlar bunları da düşünmek zorundadırlar.  Düşünmüyorlarsa, Yunus Emre’nin, “Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” hitabının muhatapları arasındadırlar.

Sözün özü şudur ki, İslamiyet “Arap Kültürü” ile özdeş değildir. Sıkıntı, Arap kültürünün dinimizin bir rüknü gibi İslamiyet’in içine boca edilmeye çalışılmasındadır. Arapça kutsal bir dil değildir. Kutsal olan dinimizdir, “Anlaşılıp öğüt alınmak, aklımızı kullanmak üzere gönderilen Kur’an-ı Kerim’in kendisidir, ifade ettikleridir.

Onun içindir ki ey “Onlar Müslüman ise ben değilim” diyerek kolaycılığa kaçanlar! İyi düşünün ki asıl Müslüman onlar değil de siz olabilirsiniz. Pireye kızıp da yorgan yakmak gerekmez. Çünkü her şeyin en doğrusunu Allah bilir.