Türkiye’nin önemli hukukçularından Kemal Gözler, haftalar önce, İrfan Fidan’ın Yargıtay kontenjanından AYM üyeliğine seçilmesi üzerine yargının bittiğini söylemişti.
Bugün o bitişin başka tezahürlerine tanık oluyoruz.
Danıştay’ın andımızla ilgili verdiği karar da bunlardan biri. HDP/PKK ve uzantıları yıllardır andımızın kaldırılmasını istiyordu. Temel gerekçeleri, Kürtlere Türküm dedirtmenin asimilasyon olduğu iddiası idi.
Aynı düşünceyi farklı gerekçelerle siyasal İslamcılar da dile getiriyordu. Onlara göre de Türküm demek ırkçılıktı. Aslında iki tarafın hedefi de milli devleti yıkmak, milliyetsiz, kimliksiz bir Türkiye inşa etmek.
Etnik bölücülüğü riskli bulup daha etkili olmak yahut meşruiyet sağlamak için siyasal İslamcıların içinde mevzilenen birçok etnikçi bölücü unsur var. Dinle kandırmak, toplumu susturmak daha kolay olduğu için bu yolu tercih ediyorlar. Kürtçülükle siyasal İslamcılığın nasıl iç içe olduğunu anlamak için bir iki örnek kafi. Altan Tan, önce RP’de siyaset yaptı, sonra BDP’den millet vekili oldu. Mehmet Metiner, RP’de siyaset yaptıktan sonra 2000-2001 yıllarında HADEP’te Genel Başkan yardımcılığı görevinde bulundu. Şimdi AKP’de siyaset yapıyor. Diyarbakır eski müftüsü Nimetullah Erdoğmuş BDP/HDP’de siyaset yaptı, yapmaya devam ediyor. Altan Tan ile M.Metiner, 90’lı yıllarda RP’ye Kürt sorunu adı altında raporlar yazan isimler. Bu raporlar incelendiğinde PKK/HDP bugün ne istiyorsa 30 yıl önce aynısını bu kişilerin raporlarına yazdıkları görülecektir.(Bu raporları, Self-Determinasyon, Ayrılma Girişimleri ve Kürtler isimli kitabımda genişçe ele aldım) Siyasal İslamcılıkla etnik bölücülük arasındaki bu geçişkenlik aslında Türkiye tasavvurlarındaki yakınlıktan kaynaklanıyor. İkisi de Türklüğe karşı, ikisi de milli devletten rahatsız, ikisi de Cumhuriyetin kurucularına düşman, ikisi de kabileci, ikisi de Türk milliyetçiliğine karşı. Bu ve başka benzerlikler kolaylıkla dayanışmalarını, bir araya gelmelerini sağlayabiliyor.
Burada siyasal İslamcılığa bir parantez açmak gerekiyor: Siyasal İslamcılık asla dindarlık değildir, insanları dine, ahlaka, doğruluğa çağırmaz, bir siyasete çağırır. Dinin bir hali değil, politikanın bir halidir. Hedef din veya dindarlık değil, siyasi ikbaldir. Dolayısıyla böyle bir siyasete karşı çıkmak dine karşı çıkmak değil, onun aletleştirilmesine, araçsallaştırılmasına karşı çıkmaktır ve esasen dindarlığın da bir gereğidir. Siyasal İslamcı, kendini dinle özdeşleştirerek her türlü eleştiriden kurtulmaya çalışır. İnsanların dinle karşı karşıya gelme, dine aykırı davranma korkusunu isitismar eder, bu korkudan yararlanır.
Andımız, Türküm, doğruyum, çalışkanım diyor. Çocuklara Türkün çalışkan olmasını, doğruluktan ayrılmamasını, kişiliklerini bu değerler üzerine inşa etmesini telkin ediyor. İslam da doğruluğu, çalışkanlığı emrediyor, dolayısıyla din adına bu ifadeden rahatsız olmanın hiçbir gerekçesi yoktur. Din adına karşıtlığın arkasında yatan da aslında etnikçilik hastalığıdır. Bir millete mensubiyet asla ırkçılık değildir, milletle ırk farklı kavramlardır. Millet kültürel, manevi bir birim, ırk. ete, kemiğe, renge dayanan maddi bir birimdir. Bugün ki anlamıyla millet, Peygamber efendimiz döneminde olmayan bir kavramdır, o dönem olmayan bir kavrama yasak getirdiğini düşünmek peygamber adına hüküm vermektir. Milletleşme kabileleşmenin, ayrışmanın önüne geçen farklı etnileri ortak bir değerler dünyasında buluşturan bir kavramdır. Etnik olarak Kürt veya başka bir etniden olmak milli kimlik olarak Türk olmaya mani değildir. Farklı özellikler taşıyan toplumları ortak değerlerde buluşturan bir üst kimliğin bulunmaması demek, o toplumun dağılması, parçalanması demektir. Milli kimlik düşmanlığının arkasında yatan nedenlerden biri budur.
Danıştay, son dönem verdiği kararlarla –ortak kimlik- tahripçiliğinin önünü açmıştır. Bir millet adına karar veren bir mahkeme, o milletin aleyhine kararlar veremez. Mahkeme kararlarının hüküm fıkrasında Türk Milleti adına ibaresi bulunur. Bu kararda Türk Milletinin adının andımızda bulunması doğru bulunmamıştır. Buna Türk Milleti adına denilebilir mi? Çünkü andımızın hükümet tasarrufuyla kaldırılmasının tek nedeni etnikçi çevreleri memnun etmektir. Aynı hukuk dışılık, Belediye Başkanlarının belediye iştiraklerine atama yapması ile ilgili yetkilerin Ticaret Bakanlığı tarafından kısıtlanmasında yapıldı. Saygı Öztürk köşesinde yazdı: Danıştay Dava Daireleri Kurulu 11 üye ile toplanıp önce Ticaret Bakanlığı Genelgesini iptal edip, belediye başkanlarının yetkilerini iade ediyor, ancak imza aşamasında üyeler değiştirilerek yeniden oylama yapılıp, Saray iktidarının talebi istikametinde karar veriyor. Buna bağımsız yargı veya adalet denilebilir mi? Andımızın kaldırılması yanlıştır ama daha yanlış olan yargının içine düştüğü durumdur. İktidar, hem medya üzerinden HDP’yi döverek siyaset yapıyor, hem de HDP’li çevrelerin talebi olan andımızı kaldırıyor. HDP’ye karşıyız ama fikirlerini uygularız diyor. Adama bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu diye sormazlar mı?