Son yıllarda, nasıl ki, Türk medyasında Arap karşıtı yayınlar yapılıyor, Arapların Türkleri arkadan vurduğu, zorla Müslüman yaptığı iddia ediliyorsa, aynı şekilde Arap medyasında da İslam âleminin; Arapların ve Farsların etkili olduğu dönemlerde ileride olduğunu, Türkler egemenliği ele geçirince gerilediğini, bilimsel çalışmaların bittiğini, medeniyetin donduğunu ve gelişmediğini savunan yayınlar yapılıyor. İki komşu millet birbirlerine düşman yapılmaya çalışılıyor.
Türklerin etkili olmadığı yerleri mercek altına alarak, bu iddiayı değerlendirelim. Hiçbir zaman Türk hâkimiyetine girmemiş olan, hatta Türklerin hiç gitmediği Endülüs’te bir tane cami, bir tane Müslüman kalmadı. Endülüs’te İspanyol işgalinden iki yüzyıl önce bilimsel gelişme durmuştu. Tek başına Endülüs örneği bile bilimsel gelişmelerin durmasıyla Türklerin ilgisinin olmadığını hatta Türklerin egemenliğine girmeyen beldelerde İslam’ın silindiğini gösterir.
Çok kısa süren Selçuklu hakimiyeti dışında her zaman Arapların idaresinde olan Umman ve Türklerin ancak 16. Yüzyılın ikinci yarısında Portekizlilerin ve İngilizlerin işgal teşebbüsü olunca ayak bastığı Yemen, hiçbir dönemde bilim ve medeniyet merkezi olmadı.
Türkler Kuzey Afrika’ya 16. Yüzyılda İspanyollar ve Portekizliler işgal etmeye başlayınca gittiler. Tunus’u ve Cezayir’in sahil şehirlerini İspanyollar almıştı, Osmanlılar kurtardı. Portekizlileri işgal ettikleri Fas’tan Osmanlılar çıkardı. Türkler, 1500’lü yıllara kadar, Kuzey Afrika’da olmadılar. Ama orada da bilimsel gelişme İslam coğrafyasının diğer bölgeleriyle benzer tarihlerde durmuştu. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Osmanlılar olmasaydı Kuzey Afrika’nın sahil kesimleri de aynen Endülüs gibi olurdu.
Muhtemelen Hicaz, yani Mekke ve Medine’de Portekiz egemenliğine girerdi. 1500’lerde Portekizli denizciler Cidde’ye kadar gelerek kenti yağmaladılar, hiç bir direnişle karşılaşmayınca sonraki yıl tekrar gelerek, Hz. Peygamber’in naaşını ele geçirip Avrupa’ya götürmeyi planladılar. Bu teşebbüse Araplar değil önce Memluk sonra Osmanlı Türkleri engel oldu.
Araplar, genel olarak 800’lerden itibaren, rahata alıştılar, mücadele ve aksiyon güçlerini kaybettiler. Doğan boşluğu Türkler doldurdu. Türkler olmasaydı Abbasiler 900’lerde yıkılır, asla toparlanamazdı. Müslümanların fethettiği topraklar, Bizans’ın ve Haçlıların eline geçerdi. Haçlı Seferleri ve Moğol işgalleri daha yıkıcı olurdu. Bağdat, Şam ve Kudüs gibi kentlerin Endülüs’ten farkı Türklerin idaresinde olmalarıydı.
Mısır da yaşanan tarihi süreçte bu iddiamızın ispatlarından biri. Abbasiler zayıflayınca Bizans çok zengin olan Mısır’ı geri almak için arka arkaya girişimlerde bulundu. Halife, Bizans’la başa çıkamayacağını anlayınca Türk komutanlarından Tulunoğlu Ahmet Bey’i Türklerden kurulu ordusuyla Bizans’ı def ettikten sonra kendi devletini kuracağı vaadiyle Mısır’a gönderdi. Bizans’ın arka arkaya gönderdiği orduları ve donanmaları yenen Ahmet Bey, yanındaki askerler dışında Türk’ün olmadığı ve Müslümanların azınlıkta olduğu bir memlekette Tulunoğulları devletini kurdu.
Mısır’da başarılı olamayan Bizans, Suriye’ye yöneldi. Zira Suriye’yi alabilselerdi Mısır’ın ve Kuzey Afrika’nın İslam dünyasıyla bağını koparacaklardı. Yani Mısır’ı almaları kolaylaşacaktı. Suriye’yi muhafaza edemeyeceğini anlayan Abbasi Halifesi, Tulunoğlu sultanından Suriye’yi topraklarına dahil ederek savunmasını rica etti. Suriye Tulunoğullarının sayesinde yeniden Bizans toprağı olmaktan kurtuldu.
Arap düşünürlere göre, Türklerin devletleri ordu-devlet niteliğindeydi ve harcamalar askeriyeye kaydırıldığından bilimsel gelişmeler ihmal ediliyordu. Türk devletlerinin, ordu-devlet, olduğu doğrudur. Zira o devirlerde devletlerin ayakta kalması buna bağlıydı. Nitekim Osmanlılar silah konusundaki üstünlüğünü kaybeder kaybetmez, hızla çöktü. Osmanlı’nın; Akkoyunlu, Memlukler ve Safevilere üstün gelmesinin sebebi askerlerinin cesareti değil, teknolojik üstünlüğüdür. Araplar bir ordu-devlet konsepti geliştiremediklerinden Emevi devleti kısa ömürlü oldu, Abbasi devleti, kurulmasından hemen sonra Türk hakimiyetine girdi.
İslam medeniyetinin en parlak örneklerini veren Türkistan ve Horasan Türk memleketleriydi. Halkta, idarecilerde, askerlerde Türk’tü. Bilimde öncü olduğu dönemlerde İran ve Irak’ta Türk devletlerinin yönetimindeydi. Müslüman ilim adamlarının baskın çoğunluğu Türk’tür. Yani kısaca ifade etmemiz gerekirse bilimsel gelişmelerin milliyetle ya da devletin ordu karakterli olmasıyla ilgisi yoktur.
Kendini tehdit altında hisseden toplumlar, önceliği tehdidi ortadan kaldırmaya vereceklerinden, bilimsel gelişmelerin duraklaması tabidir. Selçuklulardan itibaren Türkler arka arkaya İsmaili, Haçlı ve Moğol saldırılarına maruz kaldılar. Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarından tüm kaynaklarını askeriyeye kaydırdılar. Sadece Türkler değil Türk idaresindeki Araplar ve Farslar da varlıklarını bu siyasete borçlular.
Arap düşünürlerin, Osmanlı döneminde silah teknolojisi dışında bilimsel gelişme olmadığı tezi doğru, Osmanlıların Arapları sömürdüğü tezi yanlıştır. (Sömürü tezi bir başka makalenin konusu) Fakat bilimsel gelişmeler sadece Osmanlı coğrafyasında değil İslam aleminin her tarafında durdu. Bilimsel gelişmeler, bilime ve bilim adamlarına değer verilen zengin, refah toplumlarında olur. Serbest tartışma ortamı önemlidir. Bilimsel gelişme olabilmesi için, ya devlet bilimsel çalışmalara destek vermeli ya da bilim adamlarını destekleyen güçlü ve zengin sınıflar olmalıdır.
Osmanlılar; büyük padişahlar, devlet adamları, mareşaller, komutanlar, amiraller, mimarlar, şairler, müzisyenler, tarihçiler, hanım sultanlar, din âlimleri ve mutasavvıflar yetiştirdi. Osmanlı yüzyıllarında yetişmiş parlak bilim adamları ve zengin tüccarlar kimlerdir diye sorulsa hiç kimse tüccar adı veremez, çünkü yoktur. Osmanlı sistemi kişilerin zenginleşmesine izin vermediğinden burjuva sınıfı yoktu. Burjuva olmayınca, devlette desteklemeyince bilimsel gelişme olmadı. Zira marifet iltifata tabidir. Bilim adamı olarak Ali Kuşçu, Piri Reis ve Takuyiddin isimleri telaffuz edilebilir. Oysa üç isimde Osmanlıya ileri yaşlarında katıldı.
Yani Osmanlı gibi 250 yıl tek süper güç olmuş zengin bir devlette bile, o devlet ordu-devletken de ordu- devlet değilken de bilimsel gelişme olmadı. Gelişme olmamasının nedeni Osmanlıların Türk olması değil, günlük hayatta kısa vadede karşılığı olmayan bilimlere değer verilmemesidir. Nitekim hem sivil hayatta hem de askeri olarak somut faydaları olan mimari son derece gelişmiştir.