Suriye’de meydana gelen gelişmeler insanlarımıza Büyük Orta Doğu Projesini hatırlattı. Doğal olarak akıllara ‘’Suriye’den sonra sıra İran ve Türkiye’de mi, Türkiye’de bölünmeye çalışılacak mı?’’ soruları geldi. Oysa meydana gelen gelişmelerin BOP ile ilgisi yok. BOP’ tan vazgeçileli yıllar oldu. Yapılan Şii Hilalinin yok edilmesi.
Arap Baharından en karlı çıkan ve son otuz yılı en iyi değerlendiren ülke İran oldu. Saddam’dan sonra nüfusun çoğunluğunun Şii olmasından istifade ederek Irak’ta belirleyici güç oldu. Lübnan’da, lideri İran’ın dini liderine bağlı olan Hizbullah’ı kurdu. Lübnan halkının Şii olan %40’ına dayanan, özellikle 2006 yılında İsrail’e karşı kazandığı zafer sayesinde halkın baskın çoğunluğunun sempatisini kazanan Hizbullah, zamanla Lübnan’daki en güçlü askeri yapılanma haline geldi.
İran ile Suriye arasındaki ilişkiler her zaman, Şah döneminde bile, iyiydi. Fakat bu ilişkiler eşitler arasındaki ilişkilerdi. İran, Suriye’deki iç savaşa Esad düşmek üzereyken katıldı ve Rusya ile birlikte Suriye’nin kaderini değiştirdi. Suriye’de Caferi nüfus olmadığından Nusayrilerle yakınlaştı. Suriye’ye, İran ve Irak’tan bir kısmı silahlı olan Şii yerleşimciler ihraç etti. Ülkede ki Hizbullah militanlarının sayısının elli bini aştığı dönemler oldu. Öyle ki, iç savaş Esad’ın zaferiyle sonuçlandığında, Suriye’deki en güçlü askeri yapılanma İran’a aitti.
Tahran, binlerce fakir Zeydi çocuğu ve genci İran’a eğitim amacıyla getirerek başlattı Yemen’deki faaliyetlerini. Çoğu Caferiliği benimseyen gençler, Arap Baharı başlayınca, Yemen’deki Husi hareketinin dinamosu oldular. Hareketin kurucusu olan Bedreddin el Husi, etkili ve muteber din alimleriyle meşhur bir aileye mensuptu. Dini eğitimini İran’da almış ve Caferiliği benimsemişti.
Şii Hilalinin son ayağı, Sünni bir örgüttü: HAMAS. İzlediği politikalar nedeniyle Arap devletleri tarafından yalnız bırakılan HAMAS, Müslüman Kardeşlerin Filistin koluydu. Arap Baharında Müslüman kardeşlerle Arap devletlerinin savaşması, HAMAS’ ın İran’ın kontrolüne girmesiyle sonuçlandı. Afganistan’daki Hazaralar’ da Şii Hilalinin parçası ama Taliban nedeniyle hareket alanları olmadığından dikkate alınmıyorlar.
Saydıklarımız İran’ın sonuç aldığı yerler. İran bunların yanında, başta Bahreyn, Umman, Suudi Arabistan, Azerbaycan ve Tacikistan olmak üzere pek çok ülkede benzer çalışmaları yaptı ama başarısız oldu. Veya daha doğru bir ifadeyle hedefine ulaşamadı. Türk medyasında çok yer almadı ama Azerbaycan bizdeki FETÖ’ ye benzer bir tasfiye süreci yürütmek zorunda kaldı.
Tahran bu hilali kolay kurmadı. On binlerce Sünni’yi katletti. Trilyon doların üzerinde harcama yaptı. Petrol ve gaz gelirleri bu projenin finansmanında harcandığından İran halkı fakirleşti. İran Orta Doğu’daki devletlerin çoğuyla karşı karşıya kaldı, zaman zaman çatıştı. Netice de İran, Orta Doğu’nun en güçlü figürü olurken, rejim her geçen gün biraz daha zayıfladı.
ABD, daha Obama döneminde, etkinliği artmakta olan İran’ı Batı sistemine eklemleyerek büyümekte olan Şii Hilalini kontrol altına almayı hedefledi. İran ile imzalanan nükleer silahların sınırlandırılmasıyla ilgili anlaşmanın amacı, bu hedefe ulaşmaktı. İran’ın nükleer silah sahibi olarak daha da güçlenmesi engellenecekti. Batı ülkeleriyle ticaret yapan yani petrol ve gaz satıp, tüketim ürünleri alan İran hem uluslararası sisteme eklemlenecek hem de ehlileşecekti.
Fakat süreç ABD’nin umduğu gibi gelişmedi. İran’ın petrol ve gaz gelirleri üç kattan fazla arttı. Tahran bu gelirleri halkına harcamak yerine Şii Hilalini tahkim etti. Başlangıçta ‘’İran nükleer silah sahibi olmasın’’ diye anlaşmayı destekleyen Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan, ABD üzerinde baskı kurdular. İran’ı çok iyi tanıyan ve anlaşmanın imzalanmasına şiddetle karşı çıkan İsrail’de ABD üzerindeki baskısını arttırınca, Trump anlaşmadan çekildi. Böylece yeniden ambargo uygulanmaya başlayan İran’ın ihracatı, bir anda dibe vurdu.
Orta Doğuda dev bir savaş makinesi kurmuş olan Tahran, gelirleri çok azalmasına rağmen Şii Hilalini finanse etmekten vaz geçmedi. Zira vaz geçseydi o tarihe kadar harcadıkları çöp olurdu. ABD, giderek ambargonun şartlarını ağırlaştırdı. Arap Bloku; Irak’ta, Lübnan’da, Suriye’de ve Yemen’de İran’a meydan okuyarak Şii Hilalini İran için daha masraflı hale getirdiler. Hedef rejimi zayıflatarak ya yıkılmasını ya da Batıya yakınlaşmasını sağlamaktı. Başarılı da oldular.
İranlılar her fırsatta sokaklara döküldü. Milyonların günlerce, ısrarla katıldığı rejimi sarsan gösteriler düzenlendi. Desteklediği partiler Irak ve Lübnan seçimlerinde hezimete uğrayan İran, süreci daha fazla yürütemeyeceğinin farkına vardı. Artık amaç rejimin ve Şii hilalinin ayakta kalması yani kazanımların korunmasıydı. Tahran nükleer anlaşmayı aktif hale getirmek için girişimlerini yoğunlaştırdı. Suudi Arabistan’la diplomatik ilişkilerin tesisi anlaşmasını imzaladı. (Riyad bu anlaşmayı Beyaz Saray’ın bilgisi dışında yapamaz.) Batıyla ilişkilerin iyileştirilmesini savunan Pezeşkiyan’ ın önü açılarak devlet başkanı seçilmesi sağlandı.
Her şey yolunda gözükürken sürecin sonunda tamamen yalnız kalacağını gören HAMAS’ın gerçekleştirdiği beklenmeyen saldırı, ‘’İran ve Şii hilali anlaşmalarla ve diplomasiyle zayıflatılamaz, kontrol altına alınamaz’’ iddiasında olan Tel Aviv’in elini güçlendirdi. Sonrası malum. Önce HAMAS bitirildi. Sonra Hizbullah zayıflatıldı. Şimdi İran Suriye’den en ufak bir varlığı kalmamacasına tasfiye ediliyor. Öyle ki HTŞ lideri Colani, açıkça ‘’İsrail bizim düşmanımız değil. Bizim düşmanımız İran ve Hizbullah. İsrail bizim işimizi kolaylaştırıyor.’’ diyebiliyor.
Sırada Irak ve Yemendeki İran varlığının tasfiye edilmesi süreci var. İran’daki rejim konusunda İsrail ve ABD arasında fikir farklılığı var. İsrail, ‘’İran’a yoğun hava saldırıları yapalım, isyan çıkarıp iç savaşa dönüştürelim ve rejimi yıkalım’’ derken Trump, ‘’Ambargoyu ağırlaştırarak rejimi yavaş yavaş yıkalım’’ görüşünde. Yani sırada Türkiye yok. Irak (muhtemelen savaşsız), Yemen ve İran var. İran’dan sonra sıra Türkiye’ye gelmeyecek. (Bu konudaki görüşlerimi cuma günkü makalemde etraflıca paylaşacağım.) Değerlendirebilirsek ve prangalarımızdan (PKK, sığınmacılar ve ekonomik kriz) kurtulabilirsek Türkiye’nin önü alabildiğinde açık.