Muş’un Bulanık ilçesine atandığımı duyduğumda henüz yirmi bir yaşındaydım. Bavullarımızı elimize alıp, heyecanımızı kendimize katık edip yola revan olmuştuk rahmetli babacığımla.

Vardığım şehrin küçücük ilçesi kardan kaybolmuş bir vaha gibi karşımdaydı sonunda. İklimin sertliğinin, insanların yüzüne de yansıdığını görerek Öğretmenevi adı verilen barakaya vardık. Küçücük odalarda üst üste yaşamak zorunda kalan meslektaşlarımı görünce gözlerimin nemlendiğini hissettim. Sabah olup ta gün ağarınca Öğretmeneviyle duvarları sırt sırta olan DHKPC binasını görünce içimde fırtınaların koptuğunu hatırlıyorum. Ve o an anlıyorum ki hayatın farklı bir yüzü ‘‘merhaba’’ diyor bana.

Otuz üç senesini ülküsüne ve öğrencilerine adayan babamın ilk defa ağladığına şahit oldum onu otogardan uğurlarken..

-‘’Kızım kalmak zorunda değilsin, gelmek istiyorum dersen hemen gideriz beraber’’ demesi beni kendime getirdi.

-‘’Hayır ben Önder-Şerife Hocaların kızıyım. Kalacağım ve mücadele edeceğim’’  diyerek, uğurladım babamı hıçkırıklarla.

Hiç bilmediğim bir diyarın belirsizlikleri ümitlerime engel olmaya çalışsa da öğretmenliğin idealizm gerektiren yanıyla korkularımın üzerine gittim.

Yoğun kar yağışı altında ,hiç kimseyi tanımadığım Muş’un Bulanık ilçesinde yalnızlığı hücrelerime kadar hissettim babamın ardından. Atandığım köyün kırk dakikalık mesafede olması sebebiyle sabahın  alaca karanlığı ve dondurucu soğuğunda köy minibüsünün içinde buldum kendimi akabinde. Olmayan yollardan hoplaya zıplaya ,  dura kalka, kayarak vardım Sarıpınar Köyü’ne. Karın altında kaybolmuş, gösterilmese yerinin zor tespit edileceği okula girdiğimde henüz hayret etmemeyi öğrenmemiştim.

Suların akmadığı, sıraların kırık dökük , soba borularının delik deşik olduğu ,yerlerin balçıktan zor yüründüğü bir köy okulunda Türkçe bilmeyen 22 tane birinci sınıf öğrencisi kapkara ve umut dolu gözlerle bakıyordu bana. Bugün tebessüm ederek hatırlıyorum ama durumun vahameti karşında öğretmenler odasının kırık sandalyesi üzerinde bir saat kadar ağladığımı unutamıyorum.

Yıl 2005. Muş’un Bulanık İlçesi’nin Sarıpınar Köyünde bahçede dalgalanan Ay yıldızlı Bayrağım kadar yalnız hissediyorum kendimi. Ailemden aldığım idealizm, ocaklarda aldığım terbiye ve ismimden de gelen inatla eğitim neferliğimin başladığı gündü o gün.

Doğuda öğretmenseniz eliniz yüzünüz defalarca yanarak soba yakma üstadı olursunuz. Tezeğin ne olduğunu orada öğrenip, zaman içinde ona eldivensiz dahi dokunabilir duruma gelirsiniz sobada yakmaya çalışırken. Çevrenizdeki tüm imkanları seferber eder ve o balçık kokan sınıfı gül bahçesine çevirirsiniz. Her gün onlarca kalem , defter taşırsınız öğrencileriniz hem okuma yazma hem de Türkçe öğrenirken.

Aylar geçer, dökme suyunu bile ilçeden taşımaya alışırsınız. Ve bir gün hiç beklemediğiniz bir anda okumaya başlar sınıfın en küçüğü. Ardından mısır patlağı gibi patlar diğerleri de. Ümitsizlikten ağlayan siz, bu defa mutluluğun damlalarını akıtırsınız yanaklarınızdan. O diyarlarda öğretme aşkın daha çok artar. Etkilemez sizi milli bayramlarda Kürtçe parça dinlemek isteyen Belediye Başkanını okuldan kovmuş olmanız ya da Köy ağalarının bellerindeki silahları masaya koyarken’’ Beş sene önce burada bayrağı indirip öğretmeni astılar’’ demeleri. Aynen devam edersiniz MİLLİ EĞİTİMİNE inatla.

Bunları sadece ben değil, yolu doğuya düşen her öğretmen yaşadı ve yaşayacaktır da.

Son öğretmen şehidimiz Aybüke Yalçın. Öğrencilere ışık tutmak için gittiği Batman’da hunharca saldırıya uğrayıp aramızdan ayrıldı. Ülküdaşım , meslektaşım Aybüke. İçimizi dağladın da günümüzün adı yas oldu. Seni en çok senin yaşadıklarını yaşayan anlar. Umutların yarıda kaldı, sevdaların heyecanların yarıda kaldı.

And olsun ki mücadelemiz devam edecek kardeşim.

And olsun ki kanın yerde kalmayacak gönüldaşım.

Nur içinde uyu Aybüke.

Önkuzulara, Fıratlara, İmamoğullarına bizden selam söyle..

AYBÜKELER CAN VERİR,TOPRAK VATANLAŞIR….

BU VATAN BİZİM

Gökçe Kız