ODTÜ mezûniyet töreninde yapılan protestolar, bir bilim yuvasına yakışmayan görüntülerdi. Daha da mühimi, hakâret edilen kişi, Tükiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı. Bu tür eylemler, devlet terbiyemize aykırıdır. Eleştiri ayrı şey, terbiyesizlik ayrı şey.

“Ama..” diyeceklere vaktiyle bir eylem esnâsında başına Romen Diyojen başlığı geçiren ODTÜ öğrencisini ve kendisini ODTÜ ile özdeşleştiren Can Dündar’ın Malazgirt Zaferi’ne hakâret eden twitini hatırlatırım.

ODTÜ zihniyetinin savunulacak bir tarafı yoktur.

Göktürk-2 uydusunun fırlatılacağı zaman canlı bağlantı, ODTÜ’den yapılmıştı. “Uzay yarışında biz de varız.” dediğimiz bir günde kampüste ayaklanan öğrenciler, ortalığı birbirine katmışlardı. Niye? Dönemin Başbakanı, Meclis Başkanı ve Genelkurmay Başkanı’nı okula sokmamak için. Maalesef ODTÜ öğrencileri, projede yer alan ODTÜ’lü mühendisin heyecanına ortak olmamışlardı. Uydu haberleri de kavga haberlerinin gölgesinde kalmıştı.

O zaman, “Kavga ederken gökyüzüne bakamazsınız!” diye yazmıştım. Evet, hem kavga edip hem bilimde ve teknolojide çağ atlayamayız. Yere bakarken, birbirimizi yaralarken yıldızlara nasıl bakabiliriz?

Nitekim bilim adamlarının hayâtına bakınca siyâsî olaylara, sokak eylemlerine katılmadığını görürüz.

Peki, tipik ODTÜ profilindeki eylemcilere böyle karşı çıkarken ODTÜ’de okuyan ve bu profile uymayan çocuklarımızın kavgaya karışmasına destek verebilir miyiz?

Asla!

Maksadıma geleyim. Star yazarı Selahaddin Çakırgil, ODTÜ’deki eylemleri kınadığı bugünki köşe yazısında Erdoğan’a hakâret edenlere karşı çıkmayan öğrencileri de kınamış.

“Bu gençler büyük kitleyi oluşturdukları hâlde, hayâta bir an önce atılalım gibi bir maslahatı gözettiklerinden olmalı ki o küçücük şirret unsurlarına karşı bir tavır geliştiremiyorlar”mış.

“Yok öyle değil de o hakâreti fark edemedik diyorlarsa o diplomalarına yazıklar olsun”muş.

“Bu alçaklığı yapanlar sâdece Cumhurbaşkanı’na değil, halkın ekseriyetini, cumhûrunu teşkil eden milyonlarca insana da hakâret etmişlerdir ve bunlara karşı vatandaşlar da o hakâret dolayısiyle, cezâ ve tazminat dâvâsı açsalar yeridir”miş.

“Orada, o tabloyu görüp de, o paçavrayı yırtıp atacak kadar yürekli kimse çıkmamış.. Meşhur sözdür: ‘Bir memlekette namuslu insanlar, en azından namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memleket için kurtuluş yoktur..’muş. Muş da muş....

Bu sene mezûn olan bir ODTÜ’lünün annesi olarak bu hakâretlere cevap verme ihtiyâcı hissettim. Çünkü cesâretimize ve yüreğimize uzanan bu dilden, çok ama çok rahatsız oldum. (Türklüğümüze yeterince dil uzatıyor zâten)

İyi dinleyin Selahaddin Bey!

Çocuklarımızı, ODTÜ’ye, kavga etsinler diye göndermedik. Ortada bir suç varsa devletin savcısı ve polisi gerekeni yapsın.

Evet, çocuklarımız, bir an evvel hayâta atılıp bu vatana hizmet etmek niyetindeler.

Çocuklarımızı, bilim kafası gelişsin diye siyâsî partilerden, gençlik kollarından, reisçilikten uzak tuttuk. Çalınan sorularla yata yata üniversite kazanılan dönemde haram sorulardan uzak tuttuk. Tırnaklarıyla kaza kaza o üniversiteye girdiler.

Çocuklarımız, stadyumda reisçilik oynayarak bedâvâ ikbâl peşinde koşsunlar diye mi bu kadar emek verdik?

Erken mürüvvetler dönemindeyiz.

Belki sahaya fırlayan bir mühendis adayı, erkenden Külliye’ye danışman falan olabilir değil mi? Hattâ vekil veya bakan yardımcısı da olabilir? Peki, olur da ne olur? Toyluğunun kurbanı olup vatandaş tekmeler. Siyâseten yükselir ama gazete binâları önünde racon keser.

Kusura bakmayın Selahaddin Bey! Çocuklarımızı stadyumlarda reisçilik oynasınlar diye yetiştirmedik. Yusuf Yerkel veya Abdurrahim Boynukalın gibi erken mürüvvet kurbanı olsunlar diye emek vermedik.

Çocuklarımızı, bir Cahit Arf, bir Fuat Sezgin olsunlar diye okuttuk.

Kavgayı, sizin çocuklar etsin!

İkbâller de onların olsun!