İslam dünyasının en netameli konularının başında, dünyanın nasıl yönetileceği meselesi gelmektedir.Demokrasinin yaygınlaşması ile birlikte bu soru daha çok gündeme gelmiş, din- siyaset ilişkisi yeniden güncellik kazanmıştır. Bu bağlamda demokrasiye dini referanslar arayan çok sayıda araştırma yapılmıştır. Müslüman aydınların demokrasi ile ilgili düşünceleri ,-dinden savrulma- korkusuyla hala ikircikli ve muğlaktır. Sağda solda demokrasinin gerekliliğine vurgu yapan cılız çıkışlara rağmen, hala bu kafa karışıklığı giderilmiş değildir. Bunun en önemli nedeni demokrasinin çoğulcu bir öze sahip olması ve Müslüman aydınların çoğulcu bir dünya tasavvuruna sahip olmamalarıdır.
Din-siyaset ilişkisini irdeleyen çalışmaların hemen tamamında Müslüman, homojen, tek tipli bir toplum yapısından hareket edilerek çözümlemeler yapılmıştır. Günün şartlarına bağlı olarak sadece Müslümanların yaşadığı bir dünya esas alınmış, din- siyaset ilişkisi de bu düzlemde değerlendirilmiştir. Tabiidir ki, sadece Müslümanların esas alındığı bir toplumun hukuk ve siyaseti de buna göre şekillenecektir. Gayri Müslimler ile ilgili beyan ve fıkhi hükümler onların siyaseten var oldukları anlamını taşımamakta, tam aksine siyaseten yok oldukları veya yok kabul ettikleri anlamına gelmektedir. Cizye ödeyenlerin siyasi bir varlıkları olmadığı için çoğulcu bir tasavvurun ateşleyicisi veya göstergesi olmaları da mümkün olmamıştır. Müslüman aydınların düştüğü en önemli açmazlardan biri budur. Günümüzün çeşitlenen, çoğulculaşan dünyasına bu tekçi yaklaşımla bakmak hiç bir sorunu çözmediği gibi,İslam dünyasının sorunlarını çözme ihtimalini de yok etmektedir.
İslam ülkelerinde kurulan kimi İslam eksenli partileri de bu özellikleri taşımaktadır.Sanılanın aksine, bu partiler çoğulcu bir yapıda yer almaktan ziyade, onu tekçi bir yapıya dönüştürmeyi hedefleyerek yola çıkmaktadırlar. Böyle olduğu için de hemen hepsi totaliter eğilimler taşımakta, çoğulcu bir İslami anlayış inşa etmeyi denemek yerine kolay olanı , geçmişin toplumsal yapısına göre teşekkül etmiş şablonlarla hareket etmeyi tercih etmektedirler.Tabiatıyla bu tip yapılar çoklu bir toplumda sadece kendileri gibi düşünenleri hedef aldıkları için de ayrıştırıcı bir rol oynamaktadırlar.
Diğer taraftan, partiler yoluyla dinin siyasi rekabet alanına girmesi onu din vasfından soyutlayarak dünyevileştirmekte, öteki siyasi projelerle yarışan siyasi bir program ve gösteriş biçimine dönüştürmektedir. Dinden yola çıkarak partileştiklerini söyleyenler, aslında M.Ali Kılıçbay'ın "Dinin Fiziği, Demokrasinin Kimyası" isimli kitabında isabetle belirttiği gibi, dini oylamaya açmak gibi bir cinayet işlemektedirler. Oysa din Allah'ın mesajı olduğu için her hangi bir oylamanın konusu edilemez. Din siyaset alanına sürüldüğünde dini olan siyasi olana bağlanmakta, seçimi kaybeden de kazanan da onu siyasete sürenler değil, bizzat tanrının kendisi olmaktadır. Bunun ne büyük bir vebal olduğu ortadadır.
Müslüman aydınlara düşen, geçmişin tekçi, otoriter mirası altında ezilmek değil, günümüzün çoklu sosyal yapılarını esas alan yeni paradigmalar inşa etmektir. İslam'ın resmi bir devlet anlayışı, ve yönetim modeli yoktur. Bunu şartlar ve toplumların tarihi, kültürel birikimleri tayin edecektir. Dört halifenin birbirinden farklı seçim biçimleri bile İslam'ın herhangi bir devlet modeli önermediğinin karinesidir.Günümüz şartlarında İslam'dan yola çıkarak oluşturulacak bir siyaset modeli bizi demokrasiye götürecektir. İslam dünyasında bu yönde umut vaat eden arayışlar vardır; nitekim Tunus'lu düşünür El-Cabiri, "Arap ulusu için demokrasinin artık sadece siyasi bir dava değil, aynı zamanda farklılıklar arasında entegrasyonu sağlayacak milli bir dava olduğunu söylemektedir. Aliya İzzetbegoviç, "Günahı yasaklasa da diktatörlüğün ahlaksız, günaha izin verse bile demokrasinin ahlaklı olduğunu" ifade etmektedir. İslam dünyasında eksik olan, halk ve aydınlarda bir demokrasi iradesinin bulunmayışı, geçmişin her birikiminin din diye algılanıp bunun bir türlü aşılamamasıdır. Çoğulcu bir toplum ve devlet tasavvurunun İslam düşüncesinde yer etmesi, demokrasi ile ilgili tereddütleri ortadan kaldıracaktır. Bugün doğru olan demokrasi ve İslam'ın bir araya gelip gelmediğini tartışmak değil, saltanat ve dikta ile bir araya gelip gelmeyeceğini tartışmak olmalıdır.