Bir dini, doğru anlamak için, önce o dinle ilgili temel bilgilere sahip olmak gerekir. Temeli, statiği sağlam olmayan bilgi insanı hiç beklemediği noktalara götürür.

Son yıllarda yükselen deizm birazda bu gerçekle alakalıdır.

Allah’ın varlığını kabul edip ondan gelenleri ve elçisini reddetmek aslında - kudretsiz, yarattığı dünya ve insanlara hiçbir sorumluluk yüklemeyen bir Tanrı hayal etmektir. Gerçekte bu inanç biçiminde Tanrı sadece isim olarak var ama gerçekte yoktur.

Bu savrulmanın birçok sebebi var: birincisi temel bilgi ve kavramlara sahip olmamaktır. Temelsiz bilgi, kurumuş ağaca iliştirilmiş meyveler gibidir. O meyveler o ağaca ne kadar isnat edilirse o bilgiler de dine o kadar isnat edilebilir. Temelsiz bilgi, bilginin yanlış kullanımına sebep olur bunun sonu da çoğu zaman savrulma ve çerçeve dışına çıkmadır.

Dini değerleri anlamak için önce onu nasıl anlamak, neyin din, neyin din olmadığını bilmek gerekir. Bugün deizme malzeme olan birçok şey aslında dine isnat edilen ama gerçekte din olmayan konularla ilgilidir.

Bir defa Peygamber efendimizin her tasarrufu din değildir. Onun her tasarrufundan yola çıkan bir din anlayışı kişiyi bugünün idrakinin kabul etmeyeceği sonuçlara götürebilir. O bir peygamber ama aynı zamanda insandır. Kuran’da onun peygamberliği, kulluğu ve insan oluşu ile birlikte zikredilir. Kelime-i şahadet getirilirken bile,”abduhu ve resuluhu” kulu ve elçisi denilir.  Öyleyse onu anlarken onun kul ve insan yanı hiç unutulmamalıdır. Bu şu demektir; onun hem peygamber sıfatıyla yaptığı ve din olan tasarrufları hem de insan yanıyla yaptığı din olmayan, bağlayıcılık taşımayan tasarrufları vardır. Nitekim, İslam’ı anlama ve anlatma yolunda eserler veren büyük alimler onun dini tasarrufları ile diğer tasarruflarını birbirinden ayırmışlardır. Ancak bu ayırımın başka alt başlıkları da vardır. Mesela şanlı Peygamberimizin ‘kimi siyasi tasarrufları da din çerçevesini aşan tasarruflar olarak dini olandan tefrik edilmiştir.

Dini olan, doğrudan doğruya Allah’tan gelen ve onunla paralel peygamberin sahih sünnetidir. Dini olmayan ise insani zorunluluk, siyasi gereklilik veya o günün kültürel kodlarını yansıtan uygulamalardır.  İnsan bir kültür içinde doğar bir kültür içinde davranışlarını şekillendirir. Kültürel olan hem değişir hem de toplumdan topluma farklılık gösterir. Değişebilir olan kültürel unsurların din olarak telakki edilmesi ve her topluma dayatılması o kültürle, yaşanan gerçeklik arasında bir çatışmaya neden olur. Bu çatışma sonunda din diye sunulana şüphe üzerinden doğrudan doğruya dinden şüpheye götürür. Çünkü bir kültür dinleştirilmiş, o şekilde takdim edilmiştir. Takdimin yanlışlığı, karşı çıkışın da yanlışlığına yol açmış, bir kültürü reddetmek bir dini reddetmek olmuştur.

Hz peygamberin hak peygamber olduğunu anlamak için fazla delile ihtiyaç yok, onun örnek hayatı tek başına bu hakikati ifadeye yeter. Ancak hayatı dışında delil arayanlar, o dönemde ehli kitabın ulularının ne dediğine ve ne beklediklerine bakmaları kafidir. Daha onun risaletenden önce haberini veren ilk kişi Hıristiyan alim rahip Bahira’dır. Bunu diğerleri takip edecektir.

Hz. Peygamber Medine Site devletini kurduktan sonra çevredeki krallara mektuplar yazarak onları İslam’a davet etmiştir.

Habeş kralı Necaşi onun mektubunu getiren elçisine ” Eğer yanına kadar gitmeye imkân bulsaydım muhakkak giderdim. Allah’ı şahit tutarak derim ki, O kitap ehli olan Musevilerin ve Hıristiyanların geleceğini bekledikleri peygamberdir. Ben ona iman ediyorum” diyecektir. Benzer bir tepki de Bizans İmparatoru Herakl’den gelecektir. Gelen peygamber elçisini rahip Dugatur’ul Üskuf’a yönlendirir, rahip elçiyi dinler ve şunları söyler: ”Efendiniz Allah tarafından gönderilen elçidir. Biz onu sıfatları ile biliyoruz.”  Ardından aynı rahip kiliseye gidip halka seslenecek” Ey Rum cemaati! Bize Ahmet’ten mektup geldi, bizi Allah’a çağırıyor. Ben şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur ve Ahmet Allah’ın kulu ve elçisidir,” diyecektir. Bunun üzerine Rumlar papazı linç ederek öldüreceklerdir.(Nihat Aytürk, İslam’da Devlet Yönetimi, Lider Yöneticiler.s.76-79)

Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür. Onun peygamberliğini ve peygamberlerin sonuncusu olduğunun en büyük delili bugün Musevi ve Hıristiyanların yeni bir peygamber beklememesidir. O kendinden önceki kitaplarda müjdelendiği ve son peygamber olarak kodlandığı için bugün insanlık yeni bir peygamber beklemeyerek aslında onun peygamberliğini ittifakla tasdik ediyor. Bu hakikat bile tek başına inlara giden yolu kapatmaya kafidir.

Elbette Deizm’i besleyen başka faktörler de var, inşallah onları da başka bir yazıda ele alacağız…