İslam, bu milletin sadece dini olmadı, aynı zamanda sıkıştığında sığınağı, huzur aradığında yanaşacağı liman oldu.
Dinin fonksiyonlarından biri zaten bu değil midir?
Aşkın bir gücün varlığı, mutlak adaletin tecellisine olan inanç, zorda kalınca yardım alma umudu insanı en zor problemler karşısında bile dirençli kılar.İnsana eşya ve hadiseler karşısında ruh kuvveti verir.
Din, sadece ibadeti emretmez, aynı zamanda insanı zorluklar, sıkıntılar karşısında teselli eder,dünyanın imtihan yeri olduğunu belirterek dağılmamaya, çözülmemeye çağırır. Bunun karşılığında ahiret mükafatı vaat eder.Zorluktan sonra kolaylığın geleceğine olan inanç insanı diri tutar, mücadele gücünü artırır.
Din, kendi yatağında bırakıldığı müddetçe insan için rahmet, toplum için huzurdur. Lakin kendi mecrasından çıkarılıp, bir siyasi projeye çevrildiğinde Tanrı ile irtibatı kesilerek artık Tanrı adına değil, bir siyaset adına konuşmaya başlar.Allah'ın rızasının yerini siyasetin rızası alır.Çağrısı adalete, doğruluğa, kul hakkı yememeye değil, bir siyasetin başarısınadır.Bu başarı için- ne pahasına olursa olsun- zihniyetiyle hareket eder. Pahası, dini çarpıtmak, içini boşaltmak, amacı dışında kullanarak onun ilahiliğini beşeriliğe çevirmek olur.
Son yıllarda siyasetin her başarısızlıkta önümüze koyduğu din budur. Bu din bizi Hak'ka çağırmaz, yanlışa itaate çağırır.Bu da dönüp dolaşıp dini vurur, ona olan inancı sarsar, insanları boşluğa iter.
Siyaseten iflas etmiş, topluma verecek şeyi kalmamış siyasetçilerin çoğunun son sığınağı dini kullanmaktır. Dini cehaletin yaygın olduğu toplumlarda bu strateji işe de yarar.Ama uzun vadede dinle birey arasındaki güven ilişkisi bozulur, "din buysa" diye başlayan tepkiler ortaya çıkar, din giderek dikkate alınmayan bir duruma gelerek fert ve toplum hayatından çekilir.
İşte dinin kendi yatağında kalması bunun için önemlidir. Ona iman etmek, onu saymak, sevmek onu siyasetin çirkinliklerinden, muhteris siyasetçilerin istismarından korumakla mümkündür.
Son yıllarda her çirkinlik din ile örtülmeye çalışılıyor. CB'nin faiz için nas var ifadesi, yeni Ömerler arıyoruz diyerek Kuran surelerine bakara makara diyen birinin taltif edilerek Büyük elçi yapılması, tabii afetler karşısında görevini yapmak yerine bunun Allah'tan geldiğini söyleyerek toplumun siyasetin zaaflarından, tedbirsizliğinden kaynaklanan felaketlere karşı susturulması, hep aynı dini kullanma zihniyetinin bir sonucudur. Oysa din faizin azı da çoğu da haramdır, der. İsrafı yasaklar, milletin parasının iktidara yaranmaktan başka özelliği olmayan insanlara peşkeş çekilmesine, bir kişiye 5-10 maaş verilmesine, saray saltanatına karşı çıkar.Devlette ehliyet ve liyakat arar.Siyasetle bulamaç haline getirilmiş din ise, tam tersini, itaat ister, yetenek, kifayet aramaz.
Bir Hz.Ömer'i düşünün, bir de bugün din adına siyaset yaptığını söyleyenleri... Hz.Ömer, divandan kendisine verilecek halifelik maaşı için arkadaşlarına danışmış; "ben ticaretle uğraşan bir kişi idim.Allah bu ticaretimle çoluk çocuğumu ihtiyaçtan kurtarıyordu.Şimdi sizler beni kendi işinizle meşgul etmiş bulunuyorsunuz.Görüşünüze göre bu maldan bana ne kadarı helal olur?" diye sormuştu. Hz.Ali: "Maruf ölçüler içerisinde senin ve ailenin ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar, fazlasına hakkın yok demiş, orada bulunanlar da hz. Ali'nin bu sözünü tasdik ederek Hz.Ömer'e ancak ihtiyaçlarını giderecek kadar bir maaş bağlanmıştı.(Mehmet Azimli, Dört Halifeyi Farklı Okumak, hz.Ömer, s.141) İşte gerçek din, dindarlık budur! Şimdi ne yapılıyor? İktidara yakın kişiler 5-10 maaşa boğularak, sadakatleri satın alınıyor. Saraylara milyarlar akıtılarak israf, itibardan tasarruf olmaz diyerek meşrulaştırılıyor.Siyaset dinin içini oyuyor, kurallarını yok ediyor, dini başkalaştırarak kendi emellerine uygun hale getiriyor.
Son yirmi yılın hikayesi biraz da budur.Türkiye bu siyasetten kurtulmadığı takdirde din giderek gönüllerden koparak, fert ve topluma yön veren fonksiyonunu kaybedecektir.Yüce dinimizi bu sarmaldan kurtarmak hepimiz için dini ve milli bir vecibedir.