Diyarbakır kadim bir Türk şehri.
Anadolu’da, İran’ın kuzeyi Güney Azerbaycan ve Hazar coğrafyasında 300 yıl hüküm süren Türk devleti Akkoyunluların uzun süre başkentliğini yapmış bir şehir.
Birkaç yıl önce güneydoğuda bazı şehirlerimizi ziyaret edip döndüğümde neden Diyarbakır’a daha önce gitmediğim için kendime kızmıştım.
Diyarbakır bölgesindeki şehirlere göre kişiliği öne çıkan, geçmişiyle bugünü arasında köprü kurabilen, Hasan hanında muhteşem kahvaltıları, Sülüklü handa nefis Türk kahvesi olan, kendine güvenen, misafirperver insanların yaşadığı bir şehir.
Merkezdeki Ulu camiini, Cahit Sıtkı’nın evini, Ahmet Arif’in evini gezdikten sonra, Ziya Gökalp’in ev müzesini sordum oradakilere.
Bizi Ziya Gökalp’in ev müzesine bir yaşlı Diyarbakırlı Kürt hanımefendi taa kapısına kadar götürmüştü.
Bize olan ilgisini unutamam.
Diyarbakır ülkemizde siyasal olarak son 40 yılda öne çıktı.
Adeta Güneydoğunun en siyasallaşmış simge şehri oldu.
Çünkü gerek Avrupa Birliği gerek ABD Diyarbakır’ı Türkiye’den koparılacak ve kendi uyduları olacak parça devletin başkenti olarak hazırlıyorlardı.
AB ve ABD çıkarlarına hizmet etmek için kurulan PKK da Diyarbakır’ı üs olarak seçmiş bölgedeki yayılmasını Diyarbakır’dan başlatmıştı.
Diyarbakır’ın önceliğe alınması bugünün işi değil.
1990’lı yıllarda Fransa başkanı Miterand’ın eşi Daniella Miterand ve Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Roth Türkiye ziyaretlerine Diyarbakır’dan başlarlardı.
Şimdiki ABD başkanı Biden, başkan yardımcısı iken Türkiye geldiğinde Diyarbakır baro başkanı Sezgin Tanrıkulu ile (Şimdi CHP İstanbul milletvekili) ve o zamanın Ak Parti Milletvekili Galip Ensarioğlu ile görüşmüştü.
Türkiye’nin siyaset sahnesinde milletimizi uyutmakla, avundurmakla görevli politikacılar gelir geçer.
Bu tip her yöne dönebilecek karaktere sahip politikacılar için AB üyeliği, uzun yıllar kullanılmaya müsait bir argümandı.
Turgut Özal’la başlayan Mesut Yılmaz, Tansu Çiller’le devam eden AB politika vagonu Tayyip Erdoğan’la da iktidarının ilk yarısında devam etmişti. (Başörtüsü istismarı da Türk milletini uyutmaya bir gerekçe idi)
1990’lı yıllarda zaman zaman başbakanlık yapan Rahmetli Mesut Yılmaz, kendisini AB üyelik sürecine o kadar kaptırmıştı ki bir gün “AB üyeliğinin yolu Diyarbakır’dan geçer” dedi.
Yani Türkçesi, Türkiye bölünürse AB’ye gireriz demeye getirdi.
AB ve ABD Diyarbakır’ı Türkiye’den kopacak parçanın başkenti yapmak istiyor.
Ak parti iktidarında, bölücü başı terörist Abdullah Öcalan’ın mektupları Diyarbakır’da okutuldu.
Zamanın Başbakanı Tayyip Erdoğan Barzani ve terörist Şivan Perver ile Diyarbakır’da buluşup miting yaptı ve birbirlerine sarılarak o iğrenç türküyü hep beraber söylediler.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’da geçen gün “Türkiye’ye demokrasi gelecekse Diyarbakır’dan gelecek” dedi.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun sözlerine iyi niyetle bakarsak, demokrasinin bir ülkeye Ana muhalefet partisinin başkanının konuşmasıyla gelmeyeceğini, demokrasinin toplumsal bir istenç ve mücadeleyle tesis edileceğini biliyor olması lazım.
Demokrasi tarihi hakkında birçok tavsiye edilecek eser var ama gene de birini yazalım, tavsiye edelim (Daron Acemoğlu, Dar koridor) demokrasi ve toplumsal özgürlüklerin 5 bin yıllık tarihini anlatır.
AB veya ABD’nin kullandığı ülkelerden hangisine demokrasi getirdiğini sayın Kılıçdaroğlu’na sormak da lazım.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi yönetmekte bazı sorunları var.
Bu sorunlarla belki dış destekle iktidar da olabilir, fakat iktidarında eleştirdiğimiz Ak Parti iktidarından farklı bir davranış olmayacaktır.
Çünkü sizi bir güç iktidara getirmişse tabii olarak öncelikle kendisine hizmet etmenizi isteyecektir. Tıpkı Ak Parti’nin yıllar yılı AB ve ABD politikalarına hizmet ettiği gibi.
Sayın Kılıçdaroğlu, CHP’yi kuruluş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu çizgisinden saptırdı.
Öncelikle CHP’nin kurucusu Atatürk’ün tanımladığı Türk Milliyetçiliği çizgisinde değil.
Garip, anlaşılmaz ve millet üzerinden tarif edilmeyen bir milliyetçilik izah ediyor. Bu tanımlama tabii olarak kendisini Türklükten, Atatürk’ten ayırıp başka mecralara sürüklüyor.
Sayın Kılıçdaroğlu CHP’den Türk milliyetçisi çizgisindeki politikacıları tasfiye ediyor ve karanlık, ilişkileri karışık politikacılara CHP’nin karar mekanizmalarında yönetici pozisyonu veriyor.
Sayın Kılıçdaroğlu HDP ile yol yürümek istiyor. Ak Partinin 2013’te başlattığı adına “Çözüm” denilen süreci yeniden Türkiye’nin gündemine getirmeyi amaçlıyor.
HDP’yi topluma Mithat Sancar üstünden tarif etmeye çalışıyor, ama dağlarda PKK’lı teröristlerle kucak kucağa Kalaşnikoflarla resim çektiren terörist milletvekillerini görmemezliğe geliyor. Aslında görüyor tabi.
Sayın Kılıçdaroğlu’na sormak lazım HDPPKK ile çözüm olur mu?
Memleketinizde uyuşturucu kullanımını bitirmek istiyorsanız, sorunu gidip uyuşturucu satıcısı baronlarla anlaşıp çözmeye mi çalışırsınız?
Yoksa bütün uyuşturucu baronlarını cezaevine mi tıkarsınız?
Aynı şey, ülkenizde terörizmi bitirmek için terör baronlarıyla anlaşırsanız, anlaşmanız sadece ülkenizi ya teröre boğmaya ya da ülkenizi bölmeye hizmet eder.
Sayın Kılıçdaroğlu, Hakkâri Yüksekova’daki tuhafiyeci ile, Muş Varto’daki bakkalla, Diyarbakır Bismil’deki marketçi ile siyaset yapacağını söylese başımızın üstüne tabi.
Ama ülkemizi yüzyıllardır Osmanlıdan beri bölen, yıkan, Cumhuriyetin kuruluşundan beri bölmeye çalışan AB, ABD desteği ile siyaset yapıp, onların işbirlikçileri ile aynı masalara oturup anlaşmaya çalışması partisinin kuruluş ilkeleriyle tezat teşkil etmektedir.
Keşke ülkemize demokrasi Diyarbakır’dan gelse, Kırşehir’den, Erzurum’dan, Antalya’dan, Tekirdağ’dan demokrasi gelsin de nerden gelirse gelsin.
Sayın Kılıçdaroğlu Türk milletinin dilinden konuşmuyor maalesef…