Hep söylerim, bizdeki gazetecilik, Servet-i Fünûn mîrâsı Ali Suâvi ve Baba Tâhir gazeteciliği. Muhâlifse makam ver sussun. Makamdan alırsan ağzına geleni saysın veya Ali Suâvi gibi darbe yapmaya kalksın. Suyunu kesersen “Terkos’da domuz leşi var!” desin. Ben, bunlara, “ikbâl arsızı gazeteciler” diyorum.
Herkesin saltanat düşmanı zannettiği Tevfik Fikret’in pâdişâhın doğum gününde şiirler yazdığını; ama Galatasaray Lisesi Müdürlüğü’nden alınınca hürriyetçi olduğunu biliyor musunuz? Kim bilir belki Mehmed Âkif de saraya yakın olsa Sultan’a hakâret eden şiirler yazmayacaktı.
Üzüldüğüm nokta şu ki eskiden, Servet-i Fünûn gazeteciliğini, statüko yanlısı CHP’li gazetecilere mîrâs sanıyordum. İşin içine girince “Keşke herkesi uzaktan sevseydim!” dedim.
2016 yılında Nasûhi Güngör TRT’deki görevinden alınınca Pelikan bildirisini yazdığı söylenmişti. “Ben yazmadım.” dediğinde inanmıştık. Fakat şimdi 2001’de yazdığı kitap için “Yalan yazdım.” dedi. Yâni, “Ben yalancıyım” dedi. O hâlde Pelikan bildirisini yazmış olma ihtimâli de var. Ben, yine kısa devre yaptım.
O zaman “Acaba, ‘En Baba Tahir” yarışması açılsa Nasûhi Güngör kaçıncı olur?’” diye sormuştum. Elleriyle yazdığı kitabı yalanlayınca bu sorunun bile hükmü kalmadı. Baba Tâhir hayatta olsa gazeteciliği bırakır.
Yalnız hakkını yemeyelim. Öyle bir kitap yazdığını kabul etti. Ya yazmadım deseydi? Ya isim benzerliği deseydi?
Öyle veya böyle, bir ses verdi. Oysa 2001’de kitaba destek veren Has Partili Numan Kurtulmuş’tan ses çıkmadı.
Bir medrese talebesine, imtihanda, “Filanca kelimedeki vav, vav-ı âtıfa mı yoksa vav-ı kasem mi?” diye sormuşlar. Yanlış cevap vermesine rağmen dersi geçmiş. Geçiren müderris, sebebini şöyle açıklamış: “Ben bunun babasını da imtihan ettim. Orada vav olduğunu kabul ettiremedim. Bu hiç olmazsa vav'ın varlığını kabul etti."
Bilmem anlatabildim mi?
Açık söyleyeyim Tayyip Erdoğan’ın siyâsetteki en büyük başarısı, muhâlefeti yanına çekebilme gücü. Rakiplerine, tükürdüklerini öyle bir yalatıyor ki hayran olmamak mümkün değil.
“Erdoğan, neden Baba Tâhirleri çevresinde topluyor?” dediğimde bir yazar şöyle demişti:
“Biz, hâin olmayız. Sâdece muhâlif olur, eleştiri yaparız. Sonuçta devletten yanayız. Ama onlardan her şey beklenir.”
Doğru ya doğru! “Yazdıysam da yalan yazdım.” diyecek kadar pişkinleşip kendini inkâr edenden her şey beklenir. Servet-i Fünûncular içinde İngilizlerin Boer zaferini tebriğe gidenler vardı. Allah muhâfaza, bunlar da yaparlar!
MANİSALI LAWRENCE’İN DÖNÜŞÜ
Bülent Arınç ile Erdoğan’ın arası açıldığında Arınç’a, Sabah yazarı Hilâl Kaplan, “Manisalı Lawrence”; Yeni Akit yazarı Mehtap Yılmaz, “Cübbeli Bülo“demişti. Şimdi ikisi de tıpış tıpış, Arınç’ın AK Parti’den aday olan oğluna oy verecekler. Dedim ya Erdoğan, tam bir tükürdüğünü yalatma ustası.
Mehtap Yılmaz, “Reis’in bir bildiği vardır.” dedi, sıyrıldı; diğerinden ses çıkmadı. Aslında haysiyetli bir gazetecinin mesleği bırakması lâzım ama Maranki, gazetecilik haysiyetini Belgrad ormanlarına gömdüğü için yapacak bir şey yok.
ÇARKÇI AKADEMİSYEN
Size üç kere karşılaştığım bir akademisyeni anlatayım da bu Ali Suâvigilleri hoş görün.
Hazretle ilk defa 2006 yılında karşılaştım. Ulusalcılığın fırtına gibi estiği yıllardı. Erdoğan’ın nasıl bir dış güç projesi olduğunu ekranda bir şeyler göstererek anlattı. İtiraz edenleri de “Siz uyuyun uyuyun!” diye hafife aldı.
İkinci karşılaşmam, 2017 yılında bir sempozyumda oldu. Referandum öncesiydi. Sevgili akademisyenimiz, herkesin içinde MHP teşkilatına telefon ettikten sonra “Referandumda evet diyecekmişiz.” dedi. Düşünün, bilimsel bir toplantıda oluyor bunlar. Aval aval, bu manzarayı seyrettim. “Ama hocam siz....” diyemedim.
Üçüncü karşılaşmam ise yakın zamanda oldu. Üzerime bir cesâret geldi. 2006’daki konuşmasını hatırlattım. “Ben öyle şeyler söylemem. Hele de konuşma yapıyorsam.” demez mi? Tecrübeyle sâbittir ki bu, “Kes sesini!” demek. Dolayısıyla “Hocam, siz, ilmi bir toplantıda MHP’den gelen emir üzerine oyunuzu açıkladınız.” demedim. Alttan aldım. Sevgili akademisyenimiz, Bahçeli’nin Erdoğan’ı nasıl hizâya sokup devlet yönetmeyi öğrettiğini anlattı. Ben de büyük bir siyâset dersi alıyormuş gibi kafa sallayarak dinledim.
Akademisyenlerin bile bu durumda olduğu bir ülkede gazetecilerin omurgalı olmasını beklemek, çok gereksiz bir bekleyiş.
Not: Hemcinslerim kızmasın, kadınların şerrinden korkarım. Bahsettiğim akademisyen kadındı. Erkekler, Maranki gibi kıvırır; Güngör gibi, ”Yalan söyledim” der ama kadınlar öyle bir ciyaklar ki hatırlattığınıza bin pişman olursunuz.